Milton Friedman, paranın doğasını ve toplumsal mutabakatın ekonomi üzerindeki etkisini incelerken, Yap Adası’ndaki fei taşlarını örnek göstermiştir. Bu devasa kireçtaşı diskleri, fiziksel olarak el değiştirmese bile toplumsal kabul sayesinde değerini koruyarak bir ekonomik sistem içinde işlev görmüştür. Benzer şekilde, Bitcoin de fiziksel bir varlığa sahip olmamasına rağmen, merkezi olmayan bir mutabakat mekanizması üzerinden değerini sürdüren dijital bir varlık olarak öne çıkıyor. Ancak burada kritik bir soru da ortaya çıkıyor: Bitcoin, gerçekten fei taşları gibi kolektif bir ekonomik mucize mi, yoksa yalnızca geçici bir spekülatif balon mu? Daha da önemlisi, Bitcoin yalnızca geleneksel para sistemine bir alternatif mi sunuyor, yoksa devletin parasal yetkilerine karşı bir meydan okuma mı teşkil ediyor?
Fei taşları: Ekonomik değerin sosyal inşası
William Henry Furness III’ün 1910 tarihli “The Island of Stone Money” adlı kitabında anlatılan ve Milton Friedman’ın “Money Mischief” adlı eserinde yeniden ele aldığı Taş Para Adası hikâyesi, paranın doğası ve ekonomik sistemlerin temelini anlamak için çarpıcı bir örnek. 1903 yılında Amerikalı antropolog Furness, Mikronezya’daki Caroline Adaları’na bağlı Yap Adası’nda birkaç ay geçirdi ve burada yerel halkın kullandığı sıra dışı para sistemini gözlemledi. Adada metal bulunmadığından, halk büyük çaba ve emek gerektiren bir yöntemle, yaklaşık 400 mil uzaklıktaki başka bir adadan kireçtaşı taşlarını getirerek bunları para olarak kullanıyordu. “Fei” adı verilen bu taşlar, merkezinde bir delik bulunan büyük taş disklerden oluşuyordu. Bu taşların değeri, ada sakinlerinin nazarında taşın büyüklüğünden ziyade onu elde etmek için harcanan emeğe ve yolculuk riskine bağlıydı. Ancak bu taş paraların bir başka ilginç özelliği, fiziksel olarak taşınmalarının gerekmemesiydi. Sahip değişikliğinde dahi taş yerinde durur, ancak yeni sahibine ait olduğu kabul edilirdi. Hatta bir taş para, deniz kazasında kaybolmasına rağmen değerini kaybetmemiş, halk onu hala bir servet olarak kabul etmeye devam etmişti.
Almanların 1899-1919 yılları arasında adayı sömürgeleştirmesi sırasında, yolların onarılmasını sağlamak için hükümet, kurallara uymayan bölgelere ceza vermek adına bazı taş paralara siyah bir çarpı işareti koydu. Bu işaret, taşların hükümete ait olduğunu simgeliyordu. Halk bu işaretleri görünce fakirleştiğini düşünüp hemen yolları onarmaya başlamış ve işler tamamlanınca işaretler silinmiş, böylece eski “servet” geri verilmiş oldu. Friedmani, bu olayı ABD’nin altın standardı dönemindeki bir olaya benzetiyor. 1932-33 yıllarında, Fransa’nın ABD’deki dolar varlıklarını altına çevirmek istemesi üzerine, Federal Reserve Bank, Fransa adına kasalarında belirli altın külçelerini ayırıp işaretlemiş, ancak fiziksel olarak altın gönderilmemişti. Buna rağmen piyasalar, ABD’nin altın kaybettiğini düşünüp doların değerini zayıf görmüştü.
Bu iki olay, paranın ve servetin maddi varlığından çok, toplumun ona yüklediği değerin ve güvenin belirleyici olduğunu gösterir. Yap Adası’ndaki taş paralar ile modern finans sistemindeki dijital hesap kayıtları arasında temelde büyük bir fark yoktur. Her iki sistem de, değer atfetme ve kolektif güven üzerine kurulur. Bu örnek, paranın yalnızca fiziksel bir varlık değil, aynı zamanda sosyal bir olgu olduğunu ve onun işlevselliğinin insanlar arasındaki mutabakata dayandığını gösterir.
Bitcoin: Dijital Fei mi, yoksa finansal bir yanılsama mı?
Bitcoin, 2009 yılında Satoshi Nakamoto tarafından merkezî otoritelerden bağımsız bir para birimi olarak tasarlanmıştı. Tıpkı Fei taşları gibi, fiziksel bir varlığı olmamasına rağmen sahiplik kaydının blokzincir üzerinde tutulması sayesinde değerini koruyan bir değer birimidir. Ancak Bitcoin’in toplumsal mutabakat temelinin, Fei taşlarından çok daha kırılgan olduğu görülüyor. Çünkü Bitcoin’in ardındaki mutabakat yalnızca spekülatif kazanç beklentisi üzerine inşa edilmiş durumda. Bir devletin para birimi, onun ekonomik ve siyasi yapısıyla desteklenirken, Bitcoin’in geleceği spekülatörlerin ruh hâline bağlı.
Tarih boyunca para devlete metafor olmuş, egemenliğin en önemli sembollerinden biri sikke basmak olmuştu. Osmanlı’dan Roma’ya, hatta Çin Hanedanları’na kadar her büyük güç, kendi parasını basarak otoritesini pekiştirdi. Bitcoin ise, devletin bu gücünü aşındırarak alternatif bir finansal yapı örneği olarak ortaya çıkmış durumda. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, devletlerin sadece birer ekonomik aktör olmadığıdır. Devletler, güvenliği ve istikrarı sağlayan kurumlardır ve ekonomik sistemler yalnızca bireylerin keyfi mutabakatlarıyla ayakta kalamaz. Bitcoin’in merkeziyetsizlik iddiası, onu aslında daha kırılgan ve geçici, üzerinde tam sosyal siyasi mutabakatın olmadığı, finansal spekülatörler ile yatırımcıların sınırlı mutabakatına dayalı bir yapı hâline getirmektedir.
Merkeziyetsizlik ve içine kurt düşmüş güven: Bitcoin’in kendi çıkmazı
Yap Adası’ndaki Fei taşları, toplumsal güvenin fiziksel varlığa bağlı olmadığı bir sistem sunuyordu. Ancak bu sistemin sürdürülebilirliği, onun tamamen yerel ve dış müdahalelerden azade, onlara kapalı bir ekosistemde ifasına bağlı bulunmaktaydı. Bitcoin ise, kapsamlı sosyal tabana bağlı olmaktan ziyade, küresel ve spekülatif bir finansal ortamda varlığını sürdürüyor. Bitcoin’in en büyük iddiası olan merkeziyetsizlik, aslında onun en büyük zaafını da teşkil ediyor. Çünkü devlet güvencesinden yoksun, herhangi bir değerle desteklenmemiş olan her finansal sistem, uzun vadede güven krizleriyle karşılaşmaya mahkûmdur.
Bugün Bitcoin’e olan inanç, çoğunlukla büyük kazançlar elde etme umuduna dayanır. Ancak bu durum sürdürülebilir değildir. Küresel finans piyasalarındaki dalgalanmalar ve düzenleyici kurumların müdahaleleri, Bitcoin’in değerini bir gecede sıfırlayabilecek güçtedir. Bitcoin’in bir “dijital altın” olduğu iddiası da yanıltıcıdır; çünkü tarih boyunca altın, fiziksel bir varlık olarak devletler ve bireyler tarafından kabul görmüş, zorluk anlarında güvenli liman olarak işlev görmüştür. Bitcoin’in ise kripto piyasasındaki çöküşler sırasında nasıl değer kaybettiği defalarca gözlemlendi.
Bitcoin’in Geleceği: Fei Taşları Gibi Kaybolmaya Mahkûm mu?
Fei sisteminin zamanla çözülmesi, toplumsal ve ekonomik dönüşümlerin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Bitcoin için de benzer bir akıbet söz konusu olabilir. Bitcoin’in değerini belirleyen şey, onun teknik altyapısından çok etrafındaki şekillenen tasarlanmış veya spontane spekülasyonlar. Eğer bir gün piyasa Bitcoin’e olan ilgisini kaybederse, onu destekleyen herhangi bir fiziksel veya kurumsal mekanizma bulunmadığından tamamen değersizleşmesi kaçınılmaz olabilir.
Ayrıca, ulus devletler giderek artan ölçüde Bitcoin ve diğer kripto varlıklara karşı düzenleyici önlemler alıyor ve almalıdır da. Çin’in Bitcoin madenciliğini yasaklaması, ABD ve AB’nin kripto varlıklarla ilgili regülasyonlarını sıkılaştırması, devletlerin finansal sistem üzerindeki kontrolü bırakmayacağını gösteriyor. Eğer Bitcoin, ulus devletlerin ekonomik egemenliğini tehdit ederse, karşısında yalnızca piyasa risklerini değil, çok sert bir şekilde devletlerin doğrudan yaptırımlarını da bulacak.
Bitcoin, egemenliğe karşı başarısız bir başkaldırı mı?
Bitcoin’in Fei taşlarına benzer bir sistem sunduğu doğru olmakla birlikte; bu finansal aktifin sürdürülebilirliği, geleneksel paralar gibi sağlam bir altyapıya sahip olmamasından dolayı şüphelidir. Bitcoin, merkeziyetsizlik iddiasıyla yola çıkmış, ancak bu özelliği onu kırılgan hâle getirmiştir. Tarih boyunca her para birimi, bir egemenlik sembolü olarak devletin otoritesiyle pekişmiştir. Bitcoin ise, devleti zayıflatma iddiasıyla ortaya çıkarken, aslında spekülatörlerin insafına kalmış bir finansal araçtan öteye gidemedi.
Küreselleşme çağında devletler, finansal sistemlerini koruma konusunda daha da agresifleşiyor. Bitcoin gibi merkeziyetsiz finansal aktiflerin kontrolsüz yayılması, sadece finans piyasaları açısından değil, ekonomik milli güvenlik açısından da büyük riskler doğuruyor. Sonuç olarak, Bitcoin’in bir gün tarihin tozlu raflarında, Fei taşları gibi nostaljik bir anı olarak kalması sürpriz olmaz.