Mazzucato Modern Batılı Ekonomilerde devletin rolünün, güçlü sermaye lobileri ve danışmanlık ağlarının gölgesinde pasifl eştirildiğinde ya da kendi otantik tabiriyle ‘bebekleştirildiğinde’ toplumsal ekonomik değer üretimi de ciddi şekilde erozyona uğradığını düşünmektedir Mazzucato ‘Big Con’ (Büyük Hile/Aldatmaca/ Dolandırıcılık) adlı eserinde şöyle demektedir; “Büyük Hile (The Big Con), modern kapitalizmin kırılgan çehresine sızmış bir illüzyondur. Bu aldatmaca, danışmanlık endüstrisinin, içi boşaltılmış ve riskten kaçınan hükûmetler ile sadece hissedar değerini maksimize etmeye odaklanmış şirketler nezdinde uyguladığı, görünürde hizmet sunan ama gerçekte kendi güç ağını tahkim eden bir kandırmacadır. 1980’ler ve 1990’lardaki reformlarının ardından filizlenen bu danışmanlık oyunu, finansallaşmanın, özelleştirmenin ve iklim krizinin yarattığı toplumsal ve ekonomik zaafları mesken edinerek beslenmiştir. Büyük danışmanlık şirketleri, devasa sözleşmeler ve sarmal ağları aracılığıyla, hem danışman hem meşrulaştırıcı hem de dış kaynak sağlayıcı olarak toplumsal ve ekonomik sahnede benzersiz bir nüfuz elde etmişlerdir. Bu güç, onların nesnel bilgi ve kapasite otoritesi olduklarına dair sarsılmaz bir yanılsama yaratmıştır. Bu aslında herkesin kendi başarısızlıklarını kendi aynasında gördüğü bir ekonomik büyüme illüzyonudur; oysa aynayı tutan eller — yani danışmanlık şirketleri — gerçekte neyin başarı, neyin başarısızlık olarak görüneceğine bizatihi karar verenlerdir. Dahası, en yetkin ve en parlak beyinlerimiz, çoğu kez kamu hizmetinin somut yapısını güçlendirmek yerine, bu illüzyonun hizmetine yönlendirilir; böylece devletin kendi iç kapasitesini geliştirme imkânı sürekli ertelenir. Bütün bu süreçlerin neticesinde, Büyük Hile, tıpkı çürümüş bir ağaç gibi işletmelerimizin köklerini boşaltır, hükûmetlerimizi çocuklaştırır ve ekonomilerimizi biçimsizleştirir; sanki tüm sahne, büyük bir kumar masası gibi düzenlenmiş, kazançların ve kayıpların ötesinde, sadece oyun kurucuların lehine tasarlanmıştır.”
Mazzucato’ya göre, 20. yüzyıl hakim ekonomik sistemi yalnızca üretim biçimlerini değil, düşünme biçimlerini de dönüştürmüş, “yenilik”, “risk” ve “verimlilik” gibi kavramlar bile, finansal getirinin diline çevrilmeden anlamını bulamaz hâle gelmiş, devlet sistemi bebekleşmiş, günümüzde küresel finans, yalnızca sermaye akışlarını değil, toplumsal tahayyülü de kolonize etmiştir. Bahse konu olgu, dolayısıyla yazara göre sadece iktisadi değil, bilişsel bir krize de tekabül etmektedir: finansal rantiyerleşme süreci devletin asli fonksiyonlarına dair politika formüle etme ve yön verme kapasitesini de zihni açıdan adeta, sömürgeleştirmek, kolonize etmiştir, devlet aklını bebekleştirmiştir.
Devletin ekonomi politiğine ciddi katkıları
Devletin bilişsel kolonizasyona dair keskin teşhisler koyan, Roma doğumlu İtalyan-Amerikan-Britanyalı bir ekonomist olan Mazzucato, Londra Üniversitesi’nde Yenilikçilik ve Kamusal Değer (Economics of Innovation and Public Value) profesörüdür. Doktorasını New York’taki The New School for Social Research’te tamamlamış, burada Schumpeter’ci yenilik teorilerini kalkınmanın kamusal boyutuyla harmanlamıştır. Akademik kariyerine New York Üniversitesi’nde başlayan Mazzucato, daha sonra Londra İşletme Okulu ve Sussex Üniversitesi’nde akademisyenlik yapmıştır. 2017’de Londra Üniversitesi bünyesinde kurduğu Yenilik ve Kamu Amacı Enstitüsü (IIPP – Institute for Innovation and Public Purpose), günümüzün en etkili kamusal politikalar düşünce merkezlerinden biridir. Mazzucato “yeniliği yalnızca piyasa için değil, toplum için” de düşünen bir laboratuvar olarak görmektedir. Çalışmaları yenilik ekonomisi, değer teorisi, kamu ekonomisi ve kamusal girişimcilik ile iklim-ekonomi ilişkilerini kapsamaktadır.
Mazzucato yalnızca bir teorisyen değil, küresel ekonomi yönetişiminin fikir mühendislerinden biri olarak da görülmektedir. Güney Afrika Cumhurbaşkanı’na ekonomik danışmanlık, Dünya Sağlık Örgütü’nün Herkes İçin Sağlık (Health for All) Konseyi’ne başkanlık etmiş; Birleşmiş Milletler, G20 ve UNESCO gibi kurumlarda yüksek düzeyli danışmanlık görevleri üstlenmiştir. 2021’de İtalya Cumhurbaşkanı tarafından ülkenin en yüksek sivil nişanı olan ‘Grande Ufficiale Ordine al Merito della Repubblica Italiana’ ile onurlandırılmıştır.
Schumpeterci devlet ve kamusal yenilikçilik üzerine
a) 1. Yaratıcı yıkımın kamusal yüzü Mazzucato ana iktisadi akımda kullanılan bazı kavramları adeta ters yüz etmektedir. Schumpeter’in “yaratıcı yıkım” kavramını yalnızca girişimcilik teorisinin değil, kamusal ekonominin de merkezine taşımaktadır. Ona göre Batı kapitalizminin gerçek yaratıcılığı, yalnızca risk alan özel sektör girişimcileri ya da bireylerinden değil, cesaretle yatırım yapan ve geleceği stratejik olarak tasarlayan devlet çarklarından doğmaktadır. Mazzucato’nun kamu kesiminin ekonomik yaratıcılığına dair düşünsel perspektifi, yazarın en etkili eseri Girişimci Devlet’te (The Entrepreneurial State, 2013) kristalleşmektedir. Mazzucato kitabında, Batı özel sektörünün yenilikçiliğin merkezi, yaratıcılık dehası olarak kutsanan hikâyesini adeta tersine çevirmektedir: iPhone’u “akıllı” yapan her temel teknoloji — internet, GPS, Siri’nin ses tanıma sistemi ve dokunmatik ekran — devletin risk sermayesiyle, kamusal yatırımlardan doğmuştur. Kendisinin ‘Project Syndicate’de yayımlanan “The Creative State” başlıklı makalesinde söylediği gibi:
“Ana akım iktisat, devletlerin yenilikçiliği tetikleme kapasitesinin düşük olduğunu varsayar. Oysa dünyanın en ünlü teknoloji merkezlerinde — Silikon Vadisi’nden İsrail’e kadar — devlet, yeni pazarların yaratılması ve şekillendirilmesinde kritik rol oynamıştır.”
Ekonomide kamusal cesaretin ihyası
Mazzucato, devletin yenilikçilik yaratılmasında oynadığı role dair bu gözlemini yalnızca bir tarihsel tespit olarak değil, çağdaş ekonomik gelişmenin de altı çizilmesi gereken ahlaki omurgası olarak görmektedir. Pratikte, devletin görevi “piyasa başarısızlıklarını düzeltmek” değildir; devlet, tıpkı bir girişimci gibi risk alan, başarısızlıktan öğrenen ve yeni alanlar açan bir yatırımcıdır da. Bu nedenle o, devleti pasif bir “hata düzeltici” değil, vizyoner bir “yaratıcı aktör” olarak tanımlamaktadır. Ne var ki Mazzucato’ya göre, neoliberal çağda bahse konu kamusal cesaret törpülenmiştir. Devletin stratejik hayal gücü “bürokratik müdahale” etiketiyle küçümsenmiş, kamusal yatırım “verimsizlik” yaftasıyla itibarsızlaştırılmıştır. Mazzucato, “The Big Con” adlı eserinde McKinsey & Company, Deloitte, PwC, EY ve Boston Consulting Group gibi danışmanlık devlerini, özellikle devletin karar ve uygulama kapasitesini dış kaynaklara devrederek onu adeta “bebekleştirmekle” eleştirmektedir. Söz konusu danışmanlık firmalarının kamu yönetimine dair yeterli uzmanlıkları olmamasına rağmen merkezi roller üstlenmesini, devletin kendi kurumsal yetkinliğini zayıflatan bir bağımlılık ilişkisi olarak değerlendirir. Mazzucato’ya göre şahit olduğumuz olgu, yalnızca ideolojik bir dönüşümü değil, toplumların şiddetle ihtiyaç duyduğu, kamunun lokomotif olduğu üretici bir dinamizmin de tahribatıdır. Devlet, piyasanın efendisi değilse bile ortağı olmaktan çıkarılmış; riskler toplumsallaştırılırken kazançlar ise özelleştirilmiştir.
Kamusal geleceğin ihtası ve yenilikçi devlet
Mazzucato’nun önerdiği ‘‘Schumpeterci devlet modeli’’, Keynezyen refah devletinden farklı olarak, sadece toplam talebi canlandırmayı değil, kamusal geleceği de yaratmayı amaçlamaktadır. Bu vizyon, yalnızca ekonomik değil, epistemolojik bir meydan okumadır da: Devletin değer üretme sürecine yeniden dahil edilmesi, kamusal zekânın da yeniden icadıdır. Onun ifadesiyle, “yenilik ve yenilikçiliğin hikâyesini yazma tekelini özel sektörden geri almak”, aynı zamanda “değerin hikâyesini de yeniden yazmaktır.” Halihazırdaki ekonomik sistem riski kamusallaştırmış (özel sektörün zararlarını devlet ödemekte), ödül ve getiriyi ise özelleştirmiştir (kârlar ise şirketlere kalmaktadır). Bu bağlamda Mazzucato, Tesla’nın kamusal kredi destekleriyle yükselişini ve Solyndra’nın çöküşünü aynı denklemde okumaktadır. Solyndra, 2009’da ABD hükümetinden 535 milyon dolarlık kredi garantisi almış, ancak Çinli üreticilerin düşük maliyetli rekabeti ve kendi pahalı üretim teknolojisi nedeniyle 2011’de iflas etmiştir. Mazzucato’ya göre, riskin göz göre göre kamusallaştırıldığı, ödülün ya da kârların ise münhasıran firmalara bırakıldığı bir sistemde yenilik asla sürdürülebilir değildir. Ona göre “yaratıcı devlet”, yalnızca bilimsel araştırmayı fonlayan kamusal otorite değil, başarısızlığa tahammül edebilen, toplumsal getiriyi yeniden kamu lehine yönlendirebilen istikamet sahibi bir aktördür. Bu düşünce, aslına bakılırsa Schumpeter’in yaratıcı yıkımını ters yüz eden, atipik tarzda, farklı ve yeniden tamamlayan bir yeni çağ okumasıdır: Ona göre artık mesele, piyasaların kendi kendini yenilemesi değil, devletin bebekleşmeden ya da ergenlikten çıkması, kendi yetişkinliğini yeniden kazanmasıdır.
Finansal rantiyerleşmeye karşı değerin yeniden tanımı
Her Şeyin Değeri (The Value of Every thing, 2018) kitabı, Mazzucato’nun ana akım iktisadi düşünce sistemine ve politik iktisada kapsamlı, holistik eleştiriler getirdiği eserlerinin merkezindeki çalışmasıdır. Yazar, iktisat tarihinin en derin ve klasik sorusunu yeniden sorar: “Değer nedir ve kim için yaratılır?”. Ona göre modern Batı ekonomilerinin karşı karşıya kaldığı darboğaz, halihazırdaki üretim dinamiklerinden değil, iktisadi değerin tanımının adeta korsanlıkla ele geçirilmesinden, değiştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Batı ekonomileri artık “değer yaratmamaktadır”; değeri yalnızca bir yerden alıp diğer tarafa aktarmakta, değer bir nevi elde edilmekte, alın teriyle kazanılmamaktadır. Bu, klasik bir rant ekonomisine dönüşümden öte, bir bilişsel sömürgecilik biçimidir de: finans, yalnızca reel ekonomiden değil, kamusal akıldan da kopmuş durumdadır. Mazzucato’nun düşüncesi, finans kapitalizminin görünmez darbesine karşı kamusal aklın yeniden ihyasını tahayyül eder.
Onun eserlerinde—The Entrepreneurial State, The Value of Everything, Mission Economy ve The Big Con— devletin bebekleşmekten çıkıp erişkinleşmesi, yani entelektüel, stratejik ve üretken kapasitesini geri kazanması çağrısı yankılanmaktadır. Hâkim Neoklasik iktisat, fiyatın değeri temsil ettiği varsayımıyla finans sektörünü üretkenliğin merkezine yerleştirmiştir. Oysa Mazzucato’ya göre finans artık üretimi değil, kendini finanse etmektedir; değeri yaratmamakta, onu çekmekte, tabiri caizse kazanmadan elde etmektedir. Bu da onun “değer elde etme” (value extraction) dediği, değerin iktisadi üretkenlikten ayrıştığı sürecin özüdür: Bu düzlemde artık kâr, yaratıcı yıkımdan, yenilikçilikten değil, sahiplikten türemektedir.
Patentler, hissedar getirileri, danışmanlık ücretleri — bunların hepsi modern rantın farklı tezahürleridir. Batılı ekonomiler, değer üretmeyen finansal sınıfın tahakkümüne girmiş ekonomiler haline gelmiştir. Mazzucato, bahse konu yeni rantiyer sınıfını “değerin görünmez sömürgecileri” olarak tanımlamaktadır. Bunlar görünürde inovasyon dilini kullansalar da özünde toplumsal kârı ya da artığı ele geçirmeye odaklanırlar. 1970’lerden itibaren finansın reel ekonomiyle yer değiştirdiği bu yükseliş, Mazzucato’nun deyimiyle kapitalizm içinde hâkimiyetin sessiz şekilde el değiştirmesidir. Değer yaratımı artık reel üretimden değil, finansal manipülasyonlardan türetilmektedir. Bu da şirketleri, AR-GE ve yenilikçiliğe odaklanarak üretimi temel almak yerine, borsa işlemlerine, hisse alım satımlarına, uzun vadeli üretim yerine kısa vadeli kâr maksimizasyonuna yöneltmiştir.
Bebekleşmeden misyon ekonomisine: devletin zihinsel zincirlerinden kurtuluşu
Mazzucato’nun Büyük Hile (The Big Con, 2023) kitabı, kapitalizmin daha az konuşulan ama en yıkıcı boyutunu hedef almaktadır: devletin bebekleşmesi. Batılı ekonomilerde kamu kurumları, düşünme, politika geliştirme ve karar alma süreçlerini dış danışmanlara (danışmanlık şirketlerine) devrederek bilişsel egemenliklerini kaybetmişlerdir. Devlet, çocuklaşmış, kendi aklını kullanamayan ama “rehberlere” bağımlı bir yapıya dönüşmüştür. Bu yalnızca yönetsel bir zafiyet değil, egemenlik kaybıdır ayrıca. Mazzucato’ya göre devletin bebekleşmesi ile finansal rantiyerleşme aynı yapısal hastalığın iki farklı yüzüdür. Birinde bilgi tekeli, diğerinde sermaye tekeli vardır ve her ikisi de iktisadi değeri kamusal yarardan uzaklaştırmaktadır. Bu da kamusal kapasitenin sistematik olarak zayıflatılması anlamına gelmektedir. Bizde tüm üniversiteler, bürokrasi ve STK’ların Avrupa Birliği projelerine mahkum edildiği, ilaveten yabancı danışmanlık şirketlerinden bazı kamu desteklerinden hizmet alınmasının zorunlu kılındığı gerçeği dikkate alındığında, ülkemizin ‘Çifte Kavrulmuş Bebekleşme’ sürecine maruz bırakıldığı üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir meseledir.
Diğer taraftan Mazzucato yalnızca ana akım iktisadi dinamikleri eleştiren, protest bir teorisyen de değildir. Mazzucato Vazife Ekonomisi (Mission Economy, 2021) yapıtı ile, bu zihinsel sömürgeciliğe karşı “yön verici, spontan politika geliştiren devlet” modelini önermektedir. Devletin görevi piyasanın arkasından gelmek, onun pasif takipçisi olmak değil, piyasaya yön vermektir. Yazar aslında Türkiye’nin 1960’lı yılarla başlayan Kalkınma Planları temelli Karma Ekonomik Modeline benzer bir görüşü savunmaktadır. Ona göre, yeşil dönüşüm, dijital adalet, sağlık altyapısı gibi iddialı, yüksek riskli ama büyük toplumsal fayda ya da dönüşüm potansiyeli olan ‘‘moonshot stratejileri’’, hem ekonomik büyümeyi hem de toplumsal gelişimi sentezlemeli, optimize etmelidir. Mazzucato’nun “İstikamet sahibi devlet (directional state)” kavramı, Keynesyen refah devletinden farklı olarak stratejik vizyon üreten, aktif ve ofansif devleti tasvir etmektedir. Günümüzde Avrupa Komisyonu’nunca kullanılan, “Devletin ve kamunun büyük toplumsal hedefler (moonshot’lar) etrafında yenilik süreçlerini örgütlediği, novasyon yalnızca kâr ya da piyasa başarısı için değil, büyük kamusal hedeflere (örneğin iklimle mücadele, sağlıkta eşitlik, dijital dönüşüm) ulaşmak için tasarlandığı “Misyon odaklı yenilikçilik (Mission-Oriented Innovation)” politikaları, Birleşmiş Milletler ESCAP’ın sürdürülebilir kalkınma çerçevesinin, hatta G20 tartışmalarının Mazzucato’un düşünsel yaklaşımlarının etkilerini taşıdığı belirtilmektedir.
Değerin kamusal geri dönüşü — devletin ergenlikten çıkışı ya da yetişkinleşmesi üzerine
Mariana Mazzucato, çağdaş Batı kapitalizmin yalnızca ekonomi politik eleştirmeni değil, şahit olduğu Batılı sosyo-ekonomik sistemin de eleştirmeni, analitik vicdanı gibi durmaktadır.
Yazarın altını kalın şekilde çizdiği finansal rantiyerleşme, reel üretimle iktisadi değer arasındaki bağları koparırken, üretim süreçlerinde merkezi role sahip iktisadi bilginin, girişimci yenilikçiliğin ve kamusal yararın zeminini de aşındırmıştır. Finansal rantiyerleşme iktisadı sadece üretimden değil, devlet aklından, toplum hedef ve vizyonundan da koparmıştır. Bu tablo, bir ölçüde dönemin — Washington Uzlaşması (Washington Consensus)’nın — ideolojik mirasının da sonucudur: küçülmüş devlet, kutsanmış piyasa, görünmez elin sözde etkinliği ve danışmanlık şirketlerinin kamusal aklı bebekleştirmesi ya da embesilleştirmesi…
Halihazırda hem küresel sistem hem de Batılı ekonomiler yeni bir dönemeçten geçmektedir. Atlantik’in keşfiyle başlayan ve Batılı ekonomilerin dünya ekonomisinde hakimiyet sağladığı yaklaşık 300 yıllık üstünlüğün sonuna doğru geldiğimiz anlaşılmaktadır. Batı mahfillerinde dile getirilmeye başlayan ‘Londra Uzlaşması’, bir taraftan ABD ve Avrupa ekonomilerinde piyasa ile devlet arasında aktif, yönlendirici ve stratejik bir denge arayışının ifade ederken aslında diğer yandan da Batılı ekonomilerin sosyal dengelerini korumaya çalışmaktadır. Burada Doğu’dan, ve özellikle Çin’den yükselen ekonomik rekabete karşı artan endişe ve farkındalık dikkat çekmektedir. Mazzucato’nun önerdiği paradigma, bu açıdan bakıldığında Batıdaki devlet krizine karşı salt ekonomi politik teorik bir çerçeve olarak değil, Batı ekonomilerinin kendi rekabetçilik darboğazlarına verdiği bir sosyal politika veya devletçi (étatiste) cevap olarak da okunmalıdır. BRICS ülkeleri ve özellikle Asya’nın yükselişiyle birlikte dünya ekonomisinin ağrılık merkezinin OECD ekonomilerinden Doğu Asya’ya kayması, Batı iktisadında sadece tektonik tarihsel bir kırılma değil iktisadi düşüncesi üzerinde de bir nevi hidrolik basınç yaratmıştır. Bu basıncın şiddeti, yalnızca iktisadi üretimin coğrafya ve mekaniğini değil, kalkınma düşüncesinin ahlaki ve epistemik merkezini de derinden sarsmaktadır. Mazzucato’nun “girişimci devlet” modelinin de, bu tarihsel basınç altında şekillendiği hissedilmektedir: devletin yeniden vizyon kuran, yön çizen ve risk alan bir aktör olarak sahneye dönmesi, Batı’nın küresel rekabet ortamında kendi varoluşsal yeniden konumlanma ya da dönüşüm çabası olarak adlandırılabilir. Mazzucato perspektifinde bu dönüşüm, teknokratik bir geri çekilme değil; kamusal aklın yeniden yetişkinleşmesi, devletin öğrenen, yenilikçi ve stratejik bir özne hâline gelmesidir. Mazzucato, danışmanlık şirketlerinin biçimsel bilgeliğine değil, devletin kendiliğinden öğrenme ve bizatihi strateji üretme kapasitesine dayalı bir kalkınma anlayışını savunmaktadır. Çünkü ona göre gerçek kalkınma, özel sektörden devşirilmiş reçetelerle değil, kendi vizyonunu üretebilen kamusal zekâyla mümkündür. Ekonomik değer kamusal akıldan koptuğunda, toplum sadece servetini değil, yönünü da kaybedecektir. Mazzucato’nun çağrısı açıktır: iktisadi değerin kaybolan anlamı, finansallaşma balonu ve rantiye temelli iktisadi politikalar yerine yeniden üretim, kamu yararı ve stratejik vizyonla geri kazanılmalıdır. Türkiye özelinde ise bu çağrı daha da kritik bir boyut kazanmaktadır: Ülke, Avrupa Birliği sürecindeki nas haline gelmiş, değer üretmekten uzak, içi kof AB danışmanlıklar ile Batı tipi danışmanlık şirketlerinin pençesinde, kendisi için düşünmeyi, politika geliştirmeyi neredeyse unutmuş ‘çifte kavrulmuş bir ‘bebekleşme’ sürecine maruz kalmıştır. Kamusal kapasitenin ve stratejik vizyonun geri kazanılması, yalnızca ekonomik büyüme değil, Türkiye’nin Asya çağına hazırlanma hususunda ihtiyaç duyduğu stratejik manevra alanı için de elzemdir. Mazzucato’da tarif edilen iktisadi değerin geri dönüşü, Türkiye bağlamında aslında kamusal stratejik aklın ve epistemik özerkliğin geri dönüşü olarak okunabilir. Türkiye’nin kendi iktisadi stratejilerini tasarlama ve uygulama yetkinliğini yeniden kazanması, yalnızca devletin yetişkinleşmesi değil; akademi, bürokrasi ve sivil toplum kuruluşları üzerinde Avrupa Birliği’nin proje odaklı kontrolünün kırılması, analitik düşüncenin ve liyakatin egemen kılınması, ülkenin hem ekonomik hem de entelektüel egemenliği için ön koşuldur. Ancak bugün Türkiye, Batı tipi danışmanlık şirketlerinin biçimsel rehberliği ve dış projelerin dayattığı mantığın yanı sıra, yabancı dilde eğitim, bürokrasi ve STK stratejilerinin geliştirilmesinde Batı merkezli müfredatlarla yürütülen zihinsel sömürgeleştirme ile de karşı karşıyadır. Bu durum, devletin kendisi için, kendi vizyonunu üretme kapasitesini, devlet zekasını ve stratejik karar alma yetisini aşındırmakta, milli kimliği zayıflatmakta, toplumun entelektüel özerkliğini de törpülemektedir. Türkiye’nin kalkınması ve stratejik özerkliği, artık yalnızca kamusal zekânın ve bağımsız düşüncenin yeniden tesisine değil, egemen ulusal entelektüel kapasitenin de restorasyonuna da bağlıdır. Devletin, hatta piyasa ve toplumun kendi vizyonunu üretmesi, ülkenin gerçek egemenlik ve kalkınmasının tek güvencesidir. Çifte kavrulmuş bir bebekleşme sürecinden kurtulmanın yolu, kendimize ait yol haritası, pusulası ve cetveliyle sahneye yeniden çıkmasından geçmektedir.