Darwin’in 1859’da “türlerin en güçlüsü ya da en zekisi değil, değişime en kolay uyum sağlayanı hayatta kalır” sözünü söylediği ya da söylemediği tartışmalarının ötesinde, bu söylemde önemli bir gerçek yer yatıyor. Tarih olarak 1859’dan çok uzakta olsak da, bu fikir artık hayatımızın içinde. Yaşam tarzımız artık teknoloji tarafından yönetiliyor ve hızla değişiyor. Bağlantı, veri analitiği, yapay zekâ ve nesnelerin interneti dünyamızı ve çevremizi hızla değiştiriyor, bu anlamda değişimin hızı da giderek artacak.
1997 yılında yapılan bir araştırma dünyadaki verilerin yüzde 90’ının o dönem son iki yılda oluşturulduğunu belirtilirken, bu araştırma güncellense herhalde bu “oluşum” süresi belki bunun yarısından da daha az olacak.
2025 veya 2035’te yaşam alanımızın nasıl olacağını da tam olarak bilemiyoruz.
Teknolojik değişim yenilikçi kuruluşlar için büyük fırsatlar sunarken uyum sağlayamayanlar da yok oluyor. ABD’de şirketlerin ortalama yaşının 1950’lerde 60’tan şu anda 20 yılın altına düştüğü belirtilirken, teknolojik değişim, finansal açıdan daha istikrarlı olanları değil, katlanarak artan değişim hızına uyum sağlamayı başaran şirketleri ayakta tutuyor.
Teknoloji aynı zamanda rekabetçi piyasayı, küçük işletmelerin ve çalışanların bile sınırlar ötesinde, dijital olarak rekabet edebileceği küresel bir düzen geliştiriyor. Darwin’in söylediği gibi kuralların ve hedeflerin sürekli değiştiği bir oyunda, uzun vadede kazananlar sadece bir sonraki seviyeye geçmeye çalışanlar değil, sürekli uyum sağlayanlar olarak görülüyor.
Teknoloji yeni şirketler doğuruyor
Şirketlerin değişen koşullara ve çevreye sürekli yanıt verebilmek için uyum sağlama fikrine yapı, strateji, teknoloji ve kültürle yaklaşması gerekiyor. Değişen koşullara uyum yeteneği olmayan şirketler, tasfiye veya birleşme ya da satın alma yoluyla yok olup giderken, dijital değişime uyum sağlayamayan, temel bir mağazacılık ile çok kanallı perakende satış ve değişen tüketici tercihlerine uyum sağlamayan şirketler de başarısız olup, kısa sürede önemsiz hale gelecek.
Değişimi ve uyarlanabilirliği benimseyen kuruluşlar ve girişimciler bundan faydalanmayı başardıklarında olumlu sonuçlar alacak. Bazen bugün belirsiz olanın yarın nasıl her yerde bulunup gerekli olabileceğini yakaladığımızda değişime mükemmel bir örnek yaratmış oluyoruz.
Şirket yöneticileri de değişimden etkileniyor
Değişim hızı, kuruluşlar ve üst düzey yöneticiler için korkutucu olduğu kadar çalışanlar için de korkutucu... Bu hızdaki değişimde artık aynı varsayımları kullanamayız ve o ana kadar sergilediğimiz geleneksel davranışlarımızın çoğu geçerliliğini yitirmiş oluyor. Şirketlerde birçok çalışan, kendi duyguları ve başkalarının duyguları hakkında daha fazla bilgi edinmek için duygusal zekâlarını geliştirmeye odaklanıyor; ancak uyum sağlama yakında hem genel hem de duygusal zekânın önünde başarının temel belirleyicisi haline gelecek.
Uyarlanabilirlik değişimde yeni adım
Uyarlanabilirliğe odaklanmak yenilik yaratanlar ve dijitalde büyüyenler için en önemli adımlardan birisi konumunda ve yeni bir konu da değil. Geçtiğimiz 20 ila 30 yıldaki en başarılı insanlardan bazıları, değişen çevreden faydalanacak şekilde uyum sağlayanlar oldu. Uyarlanabilirlik “yeni rekabet avantajı” olarak adlandırılırken, stratejiye yönelik geleneksel yaklaşımların, öngörülebilir ve istikrarlı bir ortam varsaydıkları için her zaman işe yaramadığı belirtilse de, organizasyonlar gibi insanlar da uyum sağlayamazlarsa eskimeyle karşı karşıya kalacak.
Değişim yeni meslekler doğuruyor
Teknolojinin önümüzdeki 10 yılda dünyadaki işgücünün büyük bir bölümünü değiştireceği kesin; yeni iş alanları oluşurken, mesleki kategorilerin değişmesi gerekebilecek. Meslekler giderek “daha yetenekli makineler” doğrultusunda geliştikçe tüm çalışanların da buna uyum sağlaması gerekecek. Görevleri ne olursa olsun, hemen hemen tüm çalışanların daha yüksek eğitim almaları ve sosyal ve duygusal beceriler, yaratıcılık, bilişsel yetenekler ve kolaylıkla otomatikleştirilemeyecek diğer beceriler içeren faaliyetlere daha fazla zaman ayırmaları gerekecek. Yapay zekâ, makine öğrenimi ve robotik süreç otomasyonu hakkındaki konuşmalar ürkütücü gelse de heyecan verici bir değişim yaratıyor. Bu teknolojiler bazı mavi yakalı çalışanların yerini almayı hedefliyor gibi görünüyor ve yakında beyaz yakalı çalışanlar için de aynısını yapabilir.
Değişimin anahtarı: değişime uyum ve dönüşüm - Tüketici Finansmanında ne getiriyor?
2024 yılında devam eden değişimle, farklı sektörlerde dijital dönüşüm ve dijital tüketici finansmanı ürünleri daha da önemli hale geliyor. Gelecekte şekillendirebileceğimiz stratejilerimizin ne kadar da hızlı bir yönde ilerlediğini görebiliyoruz. Yeni nesil finansman ürünlerinin gerekliliği daha da belirirken, bu etkileşimde ekosistem dönüşümü, şirketlerin üretime yeni teknolojiler eklemenin yollarını bulmasını ve rakiplerinin ne yaptığını analiz etmesini çok daha kolay hale getiriyor. Günümüzde sektörlerin tamamında, üretimden tüketiciye ulaşıma kadar tüm süreçler hızla değişirken, yeni bilgiye değil üzerinde düşünmek için yeni yöntemlere ihtiyaç oluşuyor.
Geleneksel finans ürünleri değişim içinde
Tüketici deneyiminin ve satış modelinin tamamen değiştiği, tüketicinin finans imkânlarını da satış kararını verdiği anda değerlendirip, dijital alışveriş kredisi ve taşıt kredisi kullanabildiği bir yolculuk artık üreticilerin tamamının gündeminde. Satışlarla da uyumlu bir şekilde, satış noktasında krediyi de kullanarak satışı tamamlamanın müşteri memnuniyetine etkisi çok yüksek.
Çevre bilincine sahip Z kuşağı, temel değerleriyle uyumlu, anlamlı bir yaşam tarzına geçiyor. Lüks markaların, geleneksel prestijin yerini kapsayıcılık, sürdürülebilirlik, şeffaflık, teknoloji ve döngüsel inovasyon dahil olmak üzere, Z kuşağının yönlendirdiği yeni bir değerler dizisi alacak.
Bu bağlamda tüketici finansmanı açısından müşteri deneyimini geliştirmek kritik önem taşıyor. IOT ile beraber finans, tüketiciler için finans kurumlarının yapay zekâ destekli teknolojilerle son derece kişiselleştirilmiş kullanıcı deneyimleri sunabileceği yeni alanlar oluşturacak.
Değişimin sağladığı verimlilik ve artan üretkenlik, tıpkı geçmişteki teknolojilerin yaptığı gibi, yeni roller ve fırsatlar yaratırken, tüm organizasyonların hayatta kalabilmeleri için yaşam alanlarına uyum sağlayabilmeleri gerekiyor. Bu, değişen iklime, hayatta kalabilmek için çalışma yapılarını, tüketiciye ulaşma adımlarını yeniden oluşturmaları ve tüketici beklentilerini iyi belirlemeleri gerekiyor. Geçmişte çok uzun zaman alan bu değişim, günümüzde belki umduğumuzdan çok daha kısa sürede bizleri etkiliyor. Tüketiciler, organizasyonlar ve toplum olarak uyum sağlamayı benimsemek için temel bakışımızı ve değişime uyumumuzu daha aktif hale getirmek ve sürekli değişime açık olmamız gerekiyor.