12 Eylül 2024 tarihinde Peter Lindseth ve Päivi Leino-Sandberg tarafından yayınlanan “Draghi’yi Demokratikleştirmek: ‘Rekabet Gücü Raporu’ Neden Antlaşma Reformunu Gerektiriyor” adlı makalede, Draghi’nin ‘Rekabet Gücü Raporu’nun Avrupa’nın geleceği için gerekli derin reform ihtiyacına vurgu yaptığı ve bu değişikliklerin Avrupa Birliği (AB) antlaşmalarında reformu zorunlu kıldığı ifade ediliyor. Yazarlar, Mario Draghi tarafından hazırlanan raporun Avrupa ekonomisinin mevcut sorunlarına dair sert ve gerçekçi tespitlerle dolu olduğunu, AB liderlerinin kıtanın düşen büyüme oranlarıyla yüzleşme konusunda pasif kaldıklarına vurgu yapıyor. Rapor, Avrupa’nın yenilikçilik kapasitesi ve iş dinamizminde yaşanan gerilemelere dikkat çekerken, bu sorunların siyasi ihmalin sonucunda kalıcı bir duraklama ya da daha kötü sonuçlar doğabileceğine işaret ediyor.
Aslında bu tespitler, Ukrayna Savaşı’nın jeopolitik etkileri çerçevesinde daha da önem kazanıyor. AB, Rusya’dan sağladığı ucuz hidrokarbon kaynaklarının Kuzey Akım’ın patlatılmasıyla kesilmesi sonrasında, pahalı ABD kaya gazı ithalatına yönelmek zorunda kaldı. Bu durum, başta Alman sanayi olmak üzere tüm Avrupa endüstrilerinde maliyet enflasyonunu artırdı. Ayrıca, savaşların doğurduğu politik ve ekonomik riskler ile Brüksel’in ABD’nin askeri politikalarını körü körüne takip etmesi, Avrupa’nın yumuşak güç kaybına yol açtı. Bu gelişmelerin, AB ekonomisi üzerinde yarattığı olumsuz etkileri göz önünde bulundurmak önem arz ediyor.
Rapordaki Ana Temalar ve Öneriler
1) Rekabet Gücü ve Yatırım Açığı: Draghi, yıllık yaklaşık 800 milyar euroluk yatırım açığını kapatmanın gerektiğini savunuyor. Ancak bazı üye devletlerin ihracat odaklı büyüme modeline sıkı sıkıya bağlı kalmaları, bu politikaların hayata geçirilmesini zorlaştırıyor.
2) Karbonsuzlaştırmanın Merkezi Rolü: Mario Draghi’nin raporu, Avrupa’nın endüstriyel stratejisinin kalbinde dekarbonizasyonu konumlandırıyor. Bu süreç, yeşil geçişin Avrupa’nın sanayi rekabetçiliğine katkıda bulunacak önemli fırsatlar sunduğunu vurguluyor. Yeşil politikaların yalnızca iklim hedeflerini gerçekleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda yeni iş olanakları yaratma potansiyeline sahip olduğu belirtiliyor.
3) Karmaşık Endüstriyel Politika Yaklaşımı: Rapor, endüstriyel politikaların yatay ve dikey stratejilerle entegre edilmesini öneriyor. Yatay politikalar, AB iç pazarının etkin uygulanması ve büyük yatırımların harekete geçirilmesine odaklanırken, dikey politikalar belirli sektörlerdeki rekabeti ve güvenliği yönetmeyi amaçlıyor. Bu, farklı sektörlerin ihtiyaçlarına yönelik hedefli müdahaleleri içeriyor.
4) Rekabet ve Güvenlik Dengesinin Yönetimi: Draghi, Avrupa’nın Çin ve ABD’nin korumacı stratejilerini taklit etmemesi gerektiğini vurguluyor. Bunun yerine, her sektöre özgü akıllı ve teknoloji bazlı yeşil endüstriyel politikaların benimsenmesi gerektiği ifade ediliyor. Bu yaklaşımla, rekabeti artırırken enerji güvenliğinin de sağlanması amaçlanıyor.
5) Güçlü Eylem Gerekliliğine Vurgu: Rapor, Avrupa’nın “Temiz Endüstri Anlaşması” için somut eylemler ve yatırımlar gerektirdiğini ortaya koyuyor. Draghi, Avrupa’nın temiz teknolojilerde liderlik yapabilmesi için daha güçlü ve hedefe yönelik stratejilere ihtiyacı olduğu belirtiliyor. Ayrıca, mevcut engellerin aşılması için yeni finansman mekanizmalarının oluşturulması gerektiğine dikkat çekiyor. Bu sayede, Avrupa’nın iklim hedefleri ve ekonomik büyüme arasında bir denge kurabileceğine vurgu yapılıyor.
6) Türkiye Açısından Olası Etkiler: Draghi’nin 800 milyar Euro’luk harcama planı, Temel olarak Avrupa’nın ekonomik rekabet gücünü artırmayı hedefliyor. Bu kapsamda AB’nin kendi sektörlerine sunacağı devasa hacimlerdeki sübvansiyonlar nedeniyle Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomi sanayileri olumsuz etkilenecek, rekabet gücü kaybı yaşayacaktır. Başta sanayi sektörü olmak üzere tarım ve hizmet sektörleri dahil tüm ekonomi tasarlanan sübvansiyon programının etkinliğine paralel olarak doğrudan menfi etkilenecektir. Ayrıca, söz konusu sübvasiyonların ABD pazarı içinde yaratacağı kısıtlayıcı/korumacı etki sebebiyle Türk ürünlerinin Avrupa pazarında rekabet gücü daha da azalabilir. Bu durum emek piyasalarını da etkileyecek, Türk çalışanların gelirlerini de tehdit ederek istihdam kaybına yol açacaktır.
Türkiye Açısından Değerlendirme
Draghi’nin Raporu, Avrupa’nın ekonomik geleceği için kritik bir kılavuz sunuyor. Ancak bu raporun Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkileri göz ardı edilmemeli. Ayrıca ABD’nin kendi sektörlerine, DTÖ Hukukuna uygun olmayan, 50 milyar doları mikro çip endüstrilerine olmak üzere, yüzlerce milyar dolar sanayi ve teknoloji sübvansiyon programları sunması, AB’nin Yeşil Mutabakat peçesi altında uygulamaya konulduğu denetimsiz trilyonlarca euroluk destek programlarının (Deal!) Türkiye Ekonomisi üzerindeki etkileri topyekun bir paranteze alınarak birlikte değerlendirilmeli. Draghi Raporunda teklif edilen 800 milyar euroluk yatırım ve sübvansiyon planı, Türkiye’nin sanayi ve tarım sektörlerinde rekabet gücünü kesinlikle olumsuz yönde etkileyecek. İlaveten Türk ürünlerinin Avrupa pazarında karşılaştığı korumacı engeller, ekonomik büyümeyi yavaşlatacak ve istihdam kaybına yol açacaktır.
Dahası, Raporun önerdiği stratejiler, Avrupa iç pazarını daha da güçlendirmekle kalmayıp, aynı zamanda yarattığı dışa kapanma ve korumacı etkiler sebebiyle Türkiye’nin piyasa dinamiklerini ciddi şekilde etkileyecektir. Bu gelişmelere paralel olarak Türkiye’nin, rekabet gücünü artırmak için yenilikçi politikalar geliştirmesi kaçınılmaz hale geliyor. Türkiye’nin AB politikalarına paralel olarak, BRICS ve diğer büyük gelişmekte olan ülkelerle yeni ve alternatif piyasalara giriş stratejilerini de göz önünde bulundurması önemli.
Ayrıca, Avrupa ile işbirliği kanallarının açık tutulması, Türkiye’nin stratejik konumunu güçlendirebilir; ancak bu süreçte aşırı beklentilere girmemek gerekir. Türkiye’nin, bu dinamikleri etkili bir şekilde yönetebilmesi için hem Avrupa ile hem de alternatif pazarlarla ilişkilerini dengeli bir şekilde geliştirmesi gerekecek.
Sonuç olarak, Draghi’nin Raporu, Avrupa’nın ekonomik stratejilerini yeniden şekillendirirken, Türkiye’nin de bu dönüşüm sürecinde aktif ve etkili bir rol oynaması önemlidir. Türkiye’nin kendi ekonomik ve endüstriyel politikalarını yeniden gözden geçirmesi, rekabet avantajını koruması açısından elzemdir.