Genç işsizliği, Türkiye’nin en yakıcı ekonomik sorunlarından biri olmaya devam ediyor. TÜİK’in son verilerine göre genç işsizlik oranı yüzde 16’nın üzerinde seyrederken, OECD ortalaması yüzde 11 civarında. Yani Türkiye’de her beş üniversite mezunu gençten biri iş bulamıyor. Bu tablo yalnızca bireysel bir dram değil; aynı zamanda ülkenin uzun vadeli büyüme potansiyelini törpüleyen yapısal bir engel. Eğitim için ayrılan milyarlarca liralık yatırım, iş gücü piyasasında karşılığını bulamayınca “boşa giden sermaye” haline geliyor.
Ulusal ve uluslararası şirketlerde staj kavramı büyük ölçüde bir formaliteye indirgenmiş durumda. Gençler çoğu zaman fotokopi çekmek, veri girmek gibi angarya işlerle oyalanıyor. Oysa Almanya’nın dual eğitim sistemi ya da İsviçre’nin çıraklık modeli bize şunu gösteriyor: Gençler, üniversiteyle iş dünyası arasında gerçek bir köprü kurabildiklerinde mezuniyet sonrası işsiz kalmıyor. Almanya’da genç işsizlik oranı yüzde 6’nın altında; bu fark bile sistemin ekonomik çıktısını kanıtlıyor.
Ahilikten yetkinlik yönetimine
Osmanlı’daki Ahilik kültürü bize önemli bir ders bırakmıştı: Meslek yalnızca teknik beceriyle değil, ahlaki değerlerle de öğrenilir. Usta–çırak ilişkisi, çırağa yalnızca “işi” değil, “işin sorumluluğunu” da öğretirdi. Bugün modern şirketlerde bu yaklaşımın adı “yetenek yönetimi.” İnsan Kaynakları departmanları büyük bütçelerle “talent management” programları tasarlıyor, ancak çoğu zaman kültürel bir bağ kurulamıyor. Çünkü sistem, gençleri “hazır iş gücü” olarak görmek istiyor. Halbuki gençler işlenmeye değer bir hammadde. Ve o hammaddeyi işleyen şirketler, krizden daha güçlü çıkacak.
Ekonomik kriz dönemlerinde gözler genellikle faiz oranlarına, döviz kurlarına, enflasyona çevriliyor. Ancak tabloyu bütüncül görmek gerek: Şirketler doğru insanı bulamadığında, en parlak yatırım planı bile kâğıt üzerinde kalıyor. Bugün Türkiye’de şirketlerin en büyük sorunlarından biri, nitelikli iş gücü açığı. Genç işsizliğiyle nitelikli eleman eksikliği aynı anda yaşanıyor. Bu paradoksun maliyeti yüksek: İşverenler pozisyonları dolduramadıkları için üretim ve hizmet kapasitesi sınırlanıyor, gençler ise vasıfsızlaşarak iş beğenmemeye sürükleniyor.
Usta-çıraklıktan geleceğin ekonomisine
Türkiye’nin bugünkü ihtiyacı, usta– çırak ilişkisinin kültürünü beyaz yaka dünyasına uyarlamak. Yani stajyerliği gerçek bir öğrenme ve aidiyet süreci olarak tasarlamak. OECD’nin araştırmalarına göre nitelikli iş gücünün verimlilik artışına katkısı yüzde 30’a kadar çıkabiliyor. Bu yalnızca bireysel kariyer gelişimi değil, makroekonomik düzeyde bir kalkınma stratejisi.
Krizden çıkışın yolu yalnızca finansal tabloları dengelemekten geçmiyor. Asıl mesele, gençleri işin ruhunu hissederek yetiştirecek sistemler kurabilmek. Usta– çıraklığın öğrettiği şudur: Bir meslek öğrenmek, aynı zamanda bir insan ve var olma biçimi öğrenmektir. Türkiye bu kültürü yeniden hatırladığında, sadece işsizliği değil, geleceğini de yönetmiş olacak.