Yüzyılın başlarında, Sovyetler Birliği’nin Ekim İhtilali sürecinde Tatar Türkleri’nin siyasi ve askeri lideri olarak öne çıkan, ancak 1930’lu yıllarda Stalin tarafından idam edilerek tasfiye edilen Mirsaid Sultan Galiyev, tarihin ve geri kalmış doğu milletlerinin en orijinal, şahsına münhasır düşünür ve eylem adamlarından biriydi. Keskin idealizmi, toplumsal özgeciliği, Osmanlı dâhil doğu ve müslüman toplumların sömürülmesine karşı sergilediği entelektüel isyanı ve çözüm bulma gayretleri ile Şark’ın bağrından çıkardığı istisnai aydınlardandı. Galiyev, zamanını okuyan; devrin sosyal, toplumsal ve ekonomik sorunlarına çözüm getiren ve bu uğurda hayatını feda eden bir aksiyon adamı, aktivistti. Tarihe büyük bir çentik attı, tarihte yerini aldı. Peki, Galiyev’in fikirleri günümüze taşınabilir mi? Örneğin, günümüzün iklim krizi ve küresel çevre felaketlerine karşı strateji geliştirmesinde fikirlerinden yararlanılabilir mi, günümüze ışık tutabilir mi? Özellikle küresel ölçekte hızla tahrip edilen ormanlar, okyanuslar, denizler, göller, nehirler ile geri getirilemez biçimde yok edilen tarım arazileri, flora-fauna ve tüm bağlı biyoçeşitlilik için Galiyev’in anti-kolonyal vizyonundan ilham alınarak nasıl yeni eylem adımları atılabilir?
Federal Turan: Bir federasyonun ötesinde antikolonyal bir hayal
Galiyev, Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk ve müslüman milletlerin Rus proleteryası ile ekonomik olarak aynı seviyeye ulaşmadan kurulacak bir Sovyet Federasyonu’nun, Çarlık Rusyası içindeki bu halkların Rus işçi sınıfının boyunduruğu altına girmesi anlamına geleceğini savunuyordu. Ona göre, önce bu milletler sosyalist bir Federal Turan Devleti çatısı altında birleşmeli, ardından Rus sosyalist ekonomisi ve proletaryasının gelişmişlik seviyesine ulaştıktan sonra Sovyetler Birliği Federasyonu’na katılmalıydı. Galiyev’in anti-kolonyal yaklaşımı yalnızca siyasi-sosyolojik bir tavırdan ibaret değildi, onun duruşu aynı zamanda sömürgecilik ve emperyalizme karşı çok katmanlı, derin bir ideolojik bakışı, güçlü bir duruşu ve geleceğe dönük kapsamlı bir vizyonu içeriyordu.
Cesaretin simgesi: İdam karşısında taviz vermeyen bir devrimci
Mirsaid Sultan Galiyev, tarihin nadir yetiştirdiği cesur genç kahramanlardan biriydi. Stalin’e bile kafa tutacak cesarete ve kararlılığa sahipti, sömürgeleştirilmiş doğu halklarının özgürlük mücadelesinde öncü bir figür olarak öne çıktı. Federal Sosyalist Turan Devleti kuramı ve doğu toplumlarına yönelik özgün devrimci vizyonu, onu yalnızca bir teorisyen değil, aynı zamanda tarihe yön vermiş unutulmaz bir eylem insanı haline getirdi. 1930’larda Büyük Atatürk, Moskova’daki Türk büyükelçisine talimat vererek Galiyev’in idam cezasının kaldırılması için girişimde bulunmuştu. Fakat Galiyev, Rusya Federasyonu eski Tatar Kültür Bakanı Renad Muhammedin’in kitabında aktarıldığına göre, “Halkımın kalbime çöken sevgisi beni sosyalizme yöneltti; idamsa idam, yurdumu terk edemem” diyerek bu teklifi reddetmiştir.
Kişisel bağım: Gençlikten bugüne Galiyev hayranlığım
Onu ilk kez 1980’li yıllarda Kıbrıs’ta lise öğrencisiyken, Ertuğrul Zekai Ökte’nin Belgelerle Türk Tarihi dergisinde hakkında yayımlanan bir makale sayesinde tanıdım. Daha sonra Atilla İlhan, Aclan Sayılgan ve Erol Cihangir gibi büyük usta yazarların eserleriyle hayranlığım derinleşti. Galiyev, sosyalist düşünceye sahip olmasam da benim kahramanımdı, cesareti ve idealleri bugün de yolumu aydınlatmaya devam etmektedir. Galiyev’in fikirlerinin günümüz küresel sosyal, siyasi ve ekonomik birçok meselesi için çözümler barındırdığına inanıyorum. Hâlihazırda karşı karşıya olduğumuz küresel çevre krizi sanki tüm insanlığı tehdit eden geri dönülemez bir finale doğru ilerliyor. Ancak küresel bir felakete doğru ilerleyen ekolojik kriz, dünya ülkelerine, yeşil mutabakat, yeşil dönüşüm ve sürdürülebilirlik söylemleri altında sorgulanmadan dayatılmaktadır. Bahse konu bu politika seçenekleri kuzeyin zengin OECD ülkelerinin ekonomik çıkarları doğrultusunda şekillenen yeni bir ekonomik tahakküm aracı ve jeopolitik mücadelenin de zemini haline gelmiş durumda. Bu karmaşık tablo içinde, Galiyev’in anti-kolonyal perspektifi, neredeyse sahipsiz kalan küçük gezegenimizin çevre krizine karşı verilecek mücadelede kritik bir manifesto niteliğindedir. Çok taraflı ekonomik, ticari, finans ve hukuk sisteminin çökmekte olduğu günümüzde Galiyev’in enternasyonalist fikirleri onun düşünceleriyle yeni bir anlam ve direniş gücü kazanabilir uzlaşılabilecek küresel bir müzakere modalitesine de zemin teşkil edebilir. Çözümsüz kalan bu kriz ve onun düşünceleriyle yeni bir anlam ve direniş gücü kazanabilir.
Neden Sultan Galiyev? Kapitalizmin yeni proleteryası olarak küresel çevre ekosistemi
Eğer Sultan Galiyev bugün yaşasaydı, kuşkusuz doğanın kapitalist sistem içinde yeni bir sömürü nesnesi haline gelmesini derin bir kaygıyla değerlendirirdi. Onun siyasal stratejik kavrayışı, ekosistemlerin tahribatını ve doğal kaynakların sadece büyük sermaye sahipleri değil fakir ülkeler tarafından da acımasızca yağmalanmasını uluslararası toplumun geleceğine dair topyekûn bir tehdit olarak görürdü. Galiyev, doğayı artık sadece insanın yaşam alanı değil, yapay zekâ çağı üretim ilişkilerini acımsıca sömürülen yeni sistemin proleteryası olarak tanımlar, bu durumun eşitsizliği ve adaletsizliği daha da derinleştirdiğini vurgulardı. Bugünün AB Yeşil Mutabakatı ve “yeşil dönüşüm” benzeri politikaları ‘doğa koruma’ maskesi altına peçelenmiş yeni bir tür emperyalizm olarak yorumlayabilirdi. Galiyev, küresel Kuzey’in teknoloji ve sermaye odaklı çözüm yöntemleri ile küresel Güney’in tabiatı, doğal kaynakları ve toplumsal emek gücünü “yeşil” bir sömürü mekanizmasıyla yeniden tahakküm altına aldığını iddia ederdi. Bu durum, onun anti-kolonyal düşüncesinin bugün nasıl ekolojik bir adalet mücadelesine evrildiğinin bir göstergesi olarak okunabilirdi.
Nihai tahlilde, Galiyev muhtemelen günümüzün çevre krizlerini sadece doğaya yönelik bir saldırı değil, aynı zamanda insanlığın ortak geleceğine dönük sistemik bir tehdit olarak da değerlendirirdi. Onun düşüncesinde, toprağın, suyun ve havanın sömürüsüne karşı verilen mücadele, sömürülen ulusların kendi doğal kaynak egemenliklerine hâkim olma haklarının da bir ifadesi bir dönütü olurdu. Bu perspektifle Galiyev’in, günümüzün yeşil adalet çağrısına ışık tutan, küresel eşitlik ve sürdürülebilirlik mücadelesinin önemli bir öncüsü olarak yeniden yorumlanabileceğini değerlendiriyorum.
Küresel Kuzey’in yeşil kuşatması: Neokolonyalizmin tezahürü olarak ekolojik korumacılık
Günümüzde çevre politikaları, özellikle ABD, Avrupa Birliği ve diğer gelişmiş OECD ülkeleri tarafından, küresel ekonomik ilişkilerin yeni bir tezahürü olarak şekilleniyor. Yeşil Mutabakatlar ve karbon sınır ayarlama mekanizmaları (Carbon Border Adjustment Mechanism - CBAM) gibi araçlar, çevre koruma iddiasıyla küresel güney ülkelerinin ekonomik hareket alanını kısıtlayan güçlü ticari korumacılık biçimlerine dönüşüyor. Ancak bu uygulamalar, sürdürülebilirlik ve ekolojik koruma söylemlerinin ardında aslında neo-kolonyal bir kuşatma olarak devam ediyor. Küresel Kuzey, iklim krizine karşı mücadele adı altında karbon sınır vergileri ve teknolojik standartlarla üretim süreçlerini sıkılaştırırken, bu politikalar gelişmekte olan ülkelerin ihracatını zora sokmakta ve ekonomik bağımsızlıklarını sınırlamaktadır. CBAM gibi düzenlemeler, gelişmiş ülkelerin yüksek çevresel standartlarını küresel güneydeki üreticilere dayatarak, teknolojik ve finansal bağımlılığı derinleştiriyor, böylece, “yeşil” görünümü altında yeni sömürgeci ilişkiler inşa ediliyor.
Teknoloji ve sermaye üstünlüğü: Çevre politikalarıyla peçelenmiş korumacılık
Galiyev yaşasaydı şöyle düşünürdü: Bu korumacı stratejiler, çevre sorunlarını çözmek bir yana, asıl olarak Kuzey’in teknolojik ve sermaye üstünlüğünü korumasına hizmet ediyor. Fosil yakıtlar ve karbon emisyonlarının azaltılması gerekçesiyle uygulanan bu politikalar, çoğunlukla sanayileşme yolunda olan ülkelerin gelişimini yavaşlatıyor, mevcut küresel eşitsizlikleri pekiştiriyor. Küresel kuzeyin çevresel hassasiyetle ilgili söylemleri, pratikte fakir güney ülkelerinin doğasını, kaynaklarını ve emeğini daha derin ve sistematik bir şekilde sömürmenin yeni araçlarına dönüşüyor. Sonuç olarak, çevre politikaları ve yeşil dönüşüm, mutabakat girişimleri, adalet ve sürdürülebilirlikten ziyade ekonomik ve jeopolitik çıkarlar doğrultusunda şekilleniyor. Bu tablo, neo-kolonyalizmin günümüzde ekolojik korumacılık maskesi altında devam ettiğinin açık bir göstergesi.
Kültürel çeşitlilik ve ekosistemler: Koruma mı, kayıp mı?
Galiyev küresel güneyin kalkınma hakkı ve çevresel adalet taleplerini, bu yeni “yeşil kuşatma” karşısında kritik bir mücadele alanı olarak görürdü. Onun fikirleri, yalnızca siyasal özgürlükle sınırlı olmayan, doğayla kurulan ilişkiyi de kapsayan bütüncül bir adalet tasavvuruna işaret ediyor. Yaklaşımı kültürel çeşitliliğin, yerel bilgi ve değerlerin, ekosistemlerle birlikte korunması gerektiğini savunan, küçülen ve kırılganlaşan gezegenimizde herkesi kapsayan bir “yeşil koruma” çağrısına dönüşebilir.
Sonuç: Çevrenin topyekûn tahribine karşı Galiyevci bir manifesto
Çevre krizi, yalnızca bir ekolojik sorun değil; aynı zamanda insanların, toplumların ve doğal kaynakların üzerindeki sürekli sömürünün somut ifadesidir. Doğa, kapitalist sistemin içinde sömürülen bir “emekçi” insan ve toplumlar ise sömüren bir güç olarak karşımıza çıkıyor. Bugün yapay zekâ alanında baş döndürücü gelişmeler artan dijitalleşme ve yeni teknolojilerin inanılmaz şekilde artırdığı enerji tüketimi, insan/doğa sömürü döngüsünü gittikçe derinleştiriyor. Kuzey ve güney, zengin ve fakir, gelişmiş ve az gelişmiş ayrımı olmaksızın, küresel doğal kaynaklar hızla tüketilmekte küresel çevre ekosistemi ise geri dönülemez şekilde tahrip ediliyor. Sürdürülebilirlik ağızlarda bir söylem olarak kaldı. Buna karşılık küresel ekonomi uluslararası sermaye ve dev teknoloji merkezleri karşı karşıya kaldığımız ekolojik krize çare bulmak yerine, küresel felaketlere göz ardı ederek kar devşirmeye devam ediyor. Galiyev yaşasaydı, bugünün yeşil mutabakat, yeşil dönüşüm yaklaşımlarını sınırda karbon vergisi uygulamalarını, teknolojik bağımlılık dayatmalarını, “doğa koruma” kisvesi altında gelişen yeni tahakküm biçimi olarak eleştirir, mevcut sistemin doğayı bir emekçi gibi ezerken aynı zamanda insanlık ve toplumların bir kısmını da sömüren bir güç haline geldiğini vurgulardı. Ona göre, gerçek dönüşüm ancak doğayla kurduğumuz bu baskıcı ilişkinin sorgulanması ve adil, sürdürülebilir bir denge kurulmasıyla mümkün olabilirdi.
Küresel çevre krizi artık karşı konulamaz, geri dönülemez bir noktaya ulaştı. Ortak mücadele kaçınılmaz. Çevre bir “emekçi” gibi sömürmekle kalmayıp, insanları da sömüren bu sistem karşısında, doğa ve toplumlar yeni bir mücadele stratejisi geliştirmeli.
Uluslararası Mekanizmaların Yetersizliği ve Direnişin Gerekliliği
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilirlik hedef ve eylem planları, Dünya Ticaret Örgütündeki Ticaret ve Çevre Komite Toplantıları ya da UNCTAD’ın gelişme yolundaki ülkelerin gazını almak için düzenlediği oldukça analitik, baharatlı tartışmalara konu olan toplantılar küresel çevre, flora ve faunanın insanlıkla etkileşiminin menfi tezahürlerine karşı hiçbir işe yaramıyor. Uluslararası sistem mevcut haliyle hiçbir işe yaramıyor. Sonuç olarak Dünya çevre ekosistemi gittikçe daha savunmasız hale geliyor. Ne yapmalı?
Galiyev’in bu muhayyel çağrısı, gezegenimizin çevresel tahribatının geri dönülemez sınırlarını zorladığı, ekosistemlerin alarm verdiği bir dönemde, hem ekolojik hem de sosyal adaleti kapsayan bütüncül bir direniş manifestosu olabilir. Bugün, sadece küresel Kuzey ya da Güney değil; hızla artan yapay zekâ ve dijital teknolojilerin artırdığı enerji talebi, plansız kentleşme, endüstriyel faaliyetler ve sınırsız tüketim alışkanlıkları doğayı sistematik olarak tahrip ediyor. Galiyev’in 20. yüzyıl başlarında sömürülen Doğu, Türk ve Müslüman uluslarına sunduğu özgürlük ve dayanışma vizyonu, bugün dünya çapındaki ekolojik kriz karşısında insanlığın ortak kurtuluşuna ışık tutan evrensel bir mesaj olarak yeniden anlam kazanıyor. Bu miras, doğayı hızla yok eden, ekosistemimizin sınırlarını sonuna kadar zorlayan tüm bu tahrip edici, doymak bilmez güçlere karşı yeni bir uluslararası mücadele zemini yaratma çağrısı. Galiyev’in sesi, doğayla uyumlu, ekosisteme duyarlı, ölçülü tüketim ve üretime dayanan sürdürülebilir bir dünya kurma arzusuyla hareket eden herkese yol gösterecek tarihten gelen bir çığlıktır.