ABD’nin yerleşik ticaret uygulamalarından uzaklaşması, Avrupa otomobil endüstrisinde kalıcı etkiler yaratıyor. Otomobil üreticilerinin yapabileceği pek bir şey yok; sadece bekleyip işlerin korkulduğu kadar kötü olmamasını umabilirler.
ABD’nin ticaret politikasının neden olduğu çalkantılar göz önüne alındığında, otomobil üreticilerinin yeni stratejilere ihtiyacı olduğu açık. Şu anda çoğu üretici, henüz tepki vermeyen ve “bekle-gör” yaklaşımını benimseyen bir pozisyonla kısıtlama öneriyor. Ancak durum her zamankinden daha belirsiz. Bu nedenle, gelecekteki yatırımların Asya’ya mı odaklanacağı sorusu önem kazanıyor.
Odak üretimin coğrafi açıdan daha fazla çeşitlendirilmesi mi?
Otomobil üreticileri artık “üretimin daha fazla coğrafi çeşitlendirilmesi” fikrini benimsiyor. Bu sayede, üretimlerini daha fazla ülkeye yaymaya odaklanarak, herhangi bir ülkenin ticaret kurallarına da daha az bağımlı hale gelmeyi hedefliyorlar.
“Sattığın yerde üret” ilkesi, yani araçların satıldıkları pazarlarda üretilmesi. Bu eğilim henüz başlamasa da “değer yaratmanın giderek daha fazla kısmının araçların pazarlandığı bölgelere kaydırıldığını” yavaş yavaş görmeye başlıyoruz.
Otomotiv sektörü için uzun vadeli planlama zamanı
ABD’nin hızla değişen ticaret ve ekonomi politikaları karşısında otomotiv sektörünün yeni stratejiler geliştirmesi artık kaçınılmaz. Bu tür politikalarla karşı karşıya kalan üretici ve tedarikçiler, sürekli belirsizlik ortamında uzun vadeli planlama yapma ve karmaşık tedarik zincirlerini koordine etme zorluğuyla karşı karşıya kalacak.
Yeni oluşan ekosistem ve otomotiv sektöründeki belirsizlik, diğer zorluklarla da boğuşan Avrupalı otomobil üreticileri için önemli bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Avrupa’daki otomobil üreticileri zaten yüksek üretim maliyetleri ve özellikle elektrikli mobilite alanında cazip modellerin eksikliği nedeniyle Çinli rakipler karşısında rekabet gücünü kaybediyor.
Yüksek tarifelerden kaçınmak isteyen bazı Avrupalı otomobil üreticileri, üretimi ABD’ye ya da farklı coğrafyalara taşımayı değerlendiriyor. Premium segmentteki bazı markalar ise farklı ortaklıklarla yeni üretim merkezleri kurma fikrini araştırıyor.
Sonuç olarak, fiyatların artması kaçınılmaz görünüyor. Bu da dünya genelinde talebin, gelirlerin ve kârların düşmesine yol açabilir.
Almanya baskı altında, ihracat etkileniyor
ABD’nin uyguladığı tarifeler, sadece gündeminin bir parçası olsa da tek başına piyasalarda çalkantılara yol açıyor ve küresel ticaretin temellerini tehdit ediyor. Almanya gibi ihracata bağımlı Avrupa ülkeleri ve özellikle otomotiv endüstrisi bu baskıyı derinden hissediyor.
Alman istatistik ofisi Destatis’e göre, 2024 yılında Almanya’dan yaklaşık 3,4 milyon binek araç ihraç edildi ve ABD en büyük tek pazar konumundaydı.
Avrupa elektrikli araç hedeflerine ulaşabilecek mi?
Genel kanı, Avrupa’nın otomotiv endüstrisinin 2030 ve 2035 yılları için koyduğu elektrikli araç hedeflerine ulaşma yolunda geride kaldığı yönünde. Bu nedenle, Avrupa’nın Çin ile rekabette plug-in hibrit satışlarını artırmayı tercih etmesi olası görünüyor.
Elektrifikasyon sürecinin zorluklarına rağmen, 2030 yılına kadar pazardaki tüm araç modellerinin yüzde 50’sinden fazlasının elektrikli olacağı öngörülüyor. Bu dönüşüm için geleneksel otomobil üreticilerinin, yazılım mimarisi satın almak, teknoloji merkezlerini büyütmek ya da teknoloji firmalarıyla ortaklık kurarak kendi kendini finanse eden girişimler oluşturmak gibi adımlar atmaları gerekecek.
Aksi takdirde, aşırı kapasite ve fiyat rekabeti nedeniyle birçok Avrupa otomobil fabrikası kapanma ya da el değiştirme riskiyle karşı karşıya kalabilir. Emisyon hedefleri ve ticaret tarifeleriyle mücadele eden üreticiler, 2025 yılında kapasitelerini azaltabilir. Çin’in elektrikli araç hakimiyeti ise yazılım ve elektrifikasyon alanlarındaki üstünlüğüyle daha da artacaktır.
Yeni dönemde odak tüketici, peki tüketicinin odağında ne var?
Tüketiciler, elektrikli araçlar dünyasında test sürüşlerinden etkilenmeye devam ediyor. Ancak satın alma kararlarını etkileyen diğer önemli faktörler arasında bakım kolaylığı, düşük bakım ihtiyacı ve temel hizmetlerin çevrimiçi olması gibi avantajlar da yer alıyor.
Tüketicilerin yüzde 68’i test sürüşünü tercih ederken; şeffaf fiyatlandırma, kolay satın alma süreci ve kaliteli hizmet, müşteri memnuniyetini artıran unsurlar arasında.
Araştırmalar, tüketicilerin yüzde 75’inin hâlâ fiziksel bayilerden araç satın aldığını gösteriyor. Fiyat, tüm pazarlarda en önemli satın alma kriteri olmaya devam ediyor. Elektrikli araçlarda, araç içi yazılım sistemleriyle uyumluluk da giderek daha belirleyici hale geliyor.
Apple/Android mi, yoksa üretici yazılımı mı?
Tüketicilerin yüzde 50’den fazlası, üreticiye ait sistemler yerine Apple CarPlay veya Android Auto’yu tercih ediyor. Özellikle Çin üretimi araçlarda, üretici yazılımları hem ülkeler hem de tüketici gözünde güvenilirlik ve uyumluluk açısından geri planda kalıyor.
Dijital hizmetler, elektrikli araç kullanıcıları için önemli bir tercih nedeni. Küresel olarak baktığımızda, elektrikli araç alıcılarının yüzde 85’i araç içi teknolojiyi çok önemli bulurken, bu oran içten yanmalı motor kullanıcılarında yüzde 72 seviyesinde.
Marka gücü satın alma tercihlerinde önemli bir rol oynuyor
Tüketiciler otomotiv markalarının geleceğini son dönemde ciddi etkileyecek alışkanlar ortaya koyarken, Y kuşağı (yüzde 65) ve Z kuşağı (yüzde 61), X kuşağı (yüzde 51) ve Baby Boomers (yüzde 38) ile karşılaştırıldığında Çinli otomobil markalarına en açık gruplar olarak öne çıkıyor. Küresel ölçekte, bazı yerleşik otomobil markalarının rekabet nedeniyle ortadan kalkacağına dair bir beklenti oluşmuş durumda.
Fiyat endişesi sürerken, tüketiciler artık değer odaklı kararlar veriyor. Bütçe bilincine sahip alıcılar, toplam sahip olma maliyeti, araç içi özellikler ve kullanıcı dostu dijital çözümlere ve faydalara odaklanıyor. Bu nedenle, elektrikli araçlara olan ilgi, özellikle genç nesiller arasında güçlü kalmaya devam ediyor. Ancak, elektrikli araçların geleceğiyle ilgili menzil kaygısı ve endişeleri gidermek için sürdürülebilirlik çabalarını ve altyapı iyileştirmelerini daha da çok vurgulanması gerekiyor. Markalar bu şekilde gelişen ve değişen pazara uyum sağlayabilir.
Yerel üreticiler, yerleşik markalar ve Çinli üreticiler, tüketicilerin dikkatini çekmek için yarışırken, marka mirasını öne çıkarmanın yan sıra yeni oyuncuların cazibesine de yanıt vermeleri gerekecek. Bundan sonra endişeleri gidermek için kalite ve güvenilirliği daha fazla vurgulayacağımız bir döneme mi giriyoruz? Bunu hep birlikte göreceğiz.