2024 Şubat’ında Sam Altman’ın söylediği o cümleyi hatırlıyorsunuzdur: “Önümüzdeki beş yılda 10 kişilik, 10 yılda tek kişilik milyar dolarlık şirketler göreceğiz.” Bu, çoğu insanın zihninde dışarıda kurulacak unicorn start-upları çağrıştırdı. Oysa bu cümlenin kurumsal hayat için çok daha provoke edici bir okuması olduğunu düşünüyorum: Her bir insan, doğru araçlarla donatıldığında tek başına milyar dolarlık bir kapasiteye dönüşebilir. Bu kapasiteyi illa şirketin dışına çıkarak değil, çalıştığı kurumun içinde de hayata geçirebilir.
2025’in sonuna yaklaşırken, “kariyer haftaları” ve “geleceğin meslekleri” konuşmalarının ortasında asıl eksik kalan cümle bence şu: Artık mesele sadece milyar dolarlık şirketler değil, milyar dolarlık zihinler. Her bir çalışan, yapay zekâ ile birlikte, çalıştığı şirketin içinde fonlanabilecek bir start-up gibi konumlanabilir. Şirketler için esas kırılma da tam burada başlıyor: İnsan kaynağını hâlâ “pozisyon + maaş + görev tanımı” üçgeninde mi görüyoruz, yoksa her birini içerideki potansiyel bir girişim olarak mı?
Bugün bir çalışan, üretken yapay zekâ ve agent yapılarıyla, eskiden 5 kişilik ekiplere ihtiyaç duyulan işleri tek başına yönetebilir hale geliyor. Kendi dijital ikizini kurabilir, kendi araştırma motorunu, raporlama asistanını, sunum üreten akıllı sistemini, hatta kendi “ikinci beynini” hayata geçirebilir. Bilgisini, stilini, karar alma mantığını bu sistemlere yükleyerek 7/24 çalışan kişisel bir iş ortağı yaratabilir. Böyle bir zeminde, o kişiyi sadece “pazarlama uzmanı”, “ürün yöneticisi” veya “müşteri temsilcisi” diye tanımlamak gerçeği daraltmaktan başka bir şey değil.
Üç sermaye modeli!
Tek kişilik dev kadro olmanın arkasında üç tür sermaye var; zihinsel, dijital ve ilişki sermayesi. Zihinsel sermaye, iş tanımının sınırlarını kabul etmeyen, kendi alanını oyun alanı gibi gören, soru sormaktan vazgeçmeyen insanların gücü. Bilgi biriktirmenin ötesine geçip model kurabilen, süreç tasarlayan, çerçeve üreten, metodoloji yazan insanlar bunlar. Dijital sermaye, yapay zekâ araçlarını sadece “hızlı içerik üreten bir program” olarak değil, kendi kapasitesini katlayan stratejik ortak olarak kullanma becerisi. İlişki sermayesi ise sadece network değil; güven, itibar ve etki alanı. “Bu konuda konuşulacaksa önce onu arayalım” dedirten görünmez ama son derece güçlü bir kişilik…
Bu üç sermaye bir kişide birleştiğinde, o kişi artık sadece çalışan değil; kendi markası, kendi iç ürünü ve kendi iç müşterisi olan bir iç girişimciye dönüşüyor. Yani şirketin içinde, şirketten fonlanabilir tek kişilik bir iş birimi… Asıl kritik soru şu: Şirketler bu profilleri fark edip büyütüyor mu, yoksa klasik performans formunun bir satırı olarak mı görüyor?
Eski dünyanın refleksi hâlâ çok baskın. Herkes aynı formatta performans değerlendirmesi dolduruyor, başarı hâlâ “kaç toplantı, kaç rapor, kaç kampanya” üzerinden ölçülüyor. Yapay zekâ fırsat değil risk kategorisinde duruyor. Fazla değer üretenler daha çok iş yüküyle “ödüllendiriliyor”. Bu düzende tek kişilik dev kadro olmak çoğu zaman tükenmişlik sendromuyla sonuçlanıyor. Çünkü sistem onu kaldıraç olarak görmek yerine, “nasıl olsa yapıyor” diye üzerine daha da yük bindiriyor.
Oysa yeni dünyanın fırsatı bambaşka: Her çalışanı potansiyel bir iç start-up olarak görmek. Her zihin için şu soruyu sormak: “Bu kişinin alanından iki yıl içinde nasıl yeni bir ürün, yeni bir hizmet, yeni bir iş modeli çıkar?” İnsanlara sadece görev değil, tez sorumluluğu vermek. İçeride “fonlanabilir fikirler” için küçük ama cesur bütçeler ayırmak. İnsanların kendi dijital ikizlerini kurmalarına, kendi agent setlerini tasarlamalarına, kendi iş akışlarını otomatize etmelerine alan açmak. Onları sadece bordroya değil, katma değer ve çarpan etkisine göre tanımlamak.
Bu zihni fonlasam ne çıkar?
Bu noktada liderlere sert ama kaçınılmaz bir ayna tutmak gerekiyor. Şirketinizdeki insanları hâlâ maliyet kalemi gibi mi görüyorsunuz, yoksa her biri için “bu zihni fonlasam ne çıkar?” diye soruyor musunuz? Yapay zekâ politikalarınız, iç girişimcilik programlarınız, çalışanların kendi dijital ikizlerini kurmasını teşvik eden mekanizmalarınız var mı? Yoksa en parlak zihinleriniz, önce içten içe sessizleşip sonra da şirketi terk ederek gerçekten tek kişilik şirketlere mi dönüşecek?
Çalışan tarafında ise başka bir yüzleşme zamanı. “Benden şirket olmaz” cümlesi, yapay zekâ çağında giderek anlamını yitiriyor. Çünkü mesele dışarı çıkıp şirket kurmak zorunluluğu değil; önce kendi zihnini bir “iş birimi” gibi ele alabilme cesareti. Kendinize şu soruyu sormak zorundasınız: Kendime bir fon ayırsam, neyi fonlardım? Hangi fikrimi, hangi içgörümü, hangi süreci, hangi mini girişimi? Kendi dijital ikizimi kursam, onu sadece sunum yazdırmak için mi kullanırdım, yoksa alanımda beni sürekli besleyen, üreten, düşünce üssüm haline gelen bir ikinci ben haline mi getirirdim?
Beş yıl sonra nerede olmak istiyorsun?
2026, bence tam da bu soruların sertleştiği bir yıl olacak. Agent tabanlı yapılar yaygınlaştıkça, kişisel dijital ikizler normalleştikçe, şirketlerin içindeki tek kişilik dev kadrolar daha görünür hale gelecek. Ve iki tür şirket ayrışacak: İçindeki milyar dolarlık zihinleri fark etmeyip kaybedenler ve onları erken dönemde görüp fonlayanlar.
Yılın bu son haftasında, kariyer konuşmalarını klasik “Beş yıl sonra nerede olmak istiyorsun?” sorusundan “Zihnini milyar dolarlık bir kapasiteye dönüştürmek için ne yapıyorsun?” sorusuna kaydırmak gerekiyor. Eğer liderseniz, ajandanıza şu notu düşebilirsiniz: “Şirketimdeki tek kişilik dev kadro adayları kim ve ben onların fonörü olabilir miyim?” Eğer çalışan taraftaysanız, bir A4 kâğıda şunu yazmayı deneyin: “Benim milyar dolarlık zihin tezimin özeti nedir?”
Belki de önümüzdeki dönemin gerçek kariyer hedefi şudur: Sadece iyi bir çalışan olmak değil, çalıştığınız şirket içinde fonlanan tek kişilik dev kadro haline gelmek. Çünkü gelecek, unvanları değil, zihnini şirket ölçeğinde kaldıraç haline getirebilenleri ödüllendirecek.