Dünya yaşlanıyor. Doğum hızındaki kayda değer düşüşler, temel sağlık hizmetleri ve beslenme gibi alanlardaki gelişmelerle erken yaşlardaki ölüm oranlarının kontrol edilebilir düzeylere gerilemesi, yaşlı nüfusun artışındaki temel etkenler arasında yer alıyor. Birleşmiş Milletler’in öngörüsüne göre, 2030 yılı itibarıyla her altı kişiden biri 60 yaşında veya daha büyük olacak. Bu dramatik dönüşüm, sadece sağlık sistemlerini veya sosyal güvenlik yapısını değil, aynı zamanda çalışma hayatını ve tüketici davranışlarını köklü biçimde etkiliyor. Ipsos’un 32 ülkede, yaklaşık 24 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği Global Advisor Araştırması, yaşlanmaya karşı tutumlara dair sorulara yanıt arıyor.
Yaşlılık ne zaman başlar?
Araştırmaya katılan ülkelerin ortalamasına göre, insanlar yaşlılık döneminin 66 yaşında başladığını düşünüyor. Ancak bu rakam ülkeden ülkeye değişkenlik gösteriyor. Örneğin, İtalya ve İspanya gibi bazı Avrupa ülkelerinde yaşlı sayılma yaşı 73’e kadar çıkarken, Endonezya’da bu sınır 59’a kadar düşüyor. Türkiye’de ise genel görüş yaşlılığın 65 yaşında başladığı yönünde. 2018 yılındaki araştırma ile kıyaslarsak yaşlılık algısı son yedi yılda neredeyse hiç değişmemiş.
2023 yılında Araştırmada Yenilikler Konferansı’na davet ettiğimiz gazeteci ve 65+ Yaşlı Hakları Derneği Kurucusu ve Yönetim Kurulu Üyesi Ferhat Boratav, yaşlılık ile ilgili oturumumuzda çok önemli noktalara değindi. Son yıllara kadar Türkiye’de yaşlılar konusunun detaylı şekilde bilinen, gerektiği kadar konuşulan ve kabul gören bir konu olmadığını gördük. Ancak pandemi geniş bir kitlenin bu konuya odaklanmasına vesile oldu. Bir risk grubu olarak yaşlıların farkına vardık, yaşlılara karşı ayrımcı bir takım politikalar uygulandığı da o dönemde daha da gün yüzüne çıktı. Aslında yaşlı bireylerin karşısında ‘yaş’çı kişiler vardı. Yaşlıları, yaşçı davranarak ayrıştıran ve toplumsal hayatın dışında tutmaya çalışan bazı ayrımcı tutumları daha fazla konuşmaya başladık.
Veriler de bizi bu konuda daha fazla düşünmeye itiyor. TÜİK, BM Nüfus Fonu verilerine göre 2023 itibarıyla Türkiye’de yaşlı nüfusun oranı yüzde 10’u aştı. Bu da Dünya Sağlık Örgütü’nün yaşlanmış nüfus olarak kabul ettiği sınır olarak biliniyor. Bir ülkede 65+ yaş üzerindeki kişi sayısı yüzde 10’u geçiyorsa o ülkenin nüfusu yaşlı kabul ediliyor. Ipsos araştırmasının sonuçlarına göre Türkiye’de bireyler, bu oranın yüzde 25 olduğunu düşünüyor. Gerçek oran ile algı arasında yaklaşık iki buçuk kat fark var. Diğer ülkelerde de durum benzer, araştırmaya katılanlar yaşlı nüfusun oranı ile ilgili gerçekte olduğundan daha yüksek tahminlerde bulunuyorlar.
Yaş almak heyecan uyandırmıyor
Araştırma sonuçlarına göre, her on kişiden altısı yaşlılık dönemini heyecanla beklemediğini belirtiyor. Türkiye özelinde de bu tablo benzer, toplumun üçte ikisi yaşlanma fikrine olumlu yaklaşmıyor. Yaşlılığa dair olumlu beklenti, bireylerin gelir seviyesi, eğitim düzeyi ve yaşı azaldıkça artıyor. Yani insanlar daha genç, sağlıklı ve üretkenken yaşlanma sürecini görece daha iyimser bir gözle değerlendiriyor. Ancak yaş ilerledikçe bu bakış yerini çoğu zaman belirsizlik, sağlık kaygısı ve yalnızlık endişesine bırakıyor. Bu durum, yalnızca bireysel bir psikolojik eğilim değil, aynı zamanda toplumların yaşlanma olgusuna bakışını da şekillendiriyor. Yaşlılık hâlâ çoğu kültürde kırılganlık, üretkenlikten uzaklaşma ve sosyal dışlanma ile ilişkilendirilirken, aktif ve anlamlı bir yaşlanma fikrinin yaygınlaşması için ciddi çabalara ihtiyaç var. Ipsos’un araştırmasına katılanların kendi yaşam süresi beklentisi için verdikleri ortalama yanıt 78 yılken, Türkiye ortalaması 72 yıl. “TÜİK, Hayat Tabloları, 2022-2024”e göre ise Türkiye’de ortalama yaşam süresi 78 yıl. Dünya genelinde bireyler son 12 yıllarını “yaşlılık dönemi” olarak geçireceklerini düşünüyor, Türkiye’de ise bu süre 7 yıl. Türkiye, yaşlılık süresinin 10 yılın altında olduğunu düşünen altı ülkeden biri.
Öte yandan, yaşam süresinin uzamasına yönelik araştırmalar ve teknolojik gelişmeler bu konuyu heyecan verici bir boyuta taşıyor. “Longevity” kavramı üzerine çokça konuşulup tartışılıyor. Geriatri ve biyogerontoloji alanında çalışan bilim insanları, 150 yaşına kadar yaşayacak ilk bireyin şu anda hayatta olduğuna dair öngörülerde bulunuyor. Bu öngörüler de bizlere yaşlanmaya dair algılarımızı yenilemek için bir ödev sunuyor.
Yaşlanan nüfusun tasarruf sahipliği markaların odağında olmalı!
Yaşlanan nüfusun fakirleşerek mi zenginleşerek mi yaşlandığı ise önemli konulardan biri. WTW ve Thinking Ahead Institute tarafından yürütülen Küresel Emeklilik Varlıkları Araştırması, 22 büyük emeklilik piyasasını (P22) kapsayarak küresel emeklilik fonu varlıklarını tahmin ediyor. Sonuçlara göre bu piyasalardaki emeklilik varlıkları şu anda 55,7 trilyon dolar seviyesinde ve bu ekonomilerin GSYH’sinin yüzde 69’unu oluşturuyor. 1990’lardan bu yana yürütülen bu araştırma, ayrıca yedi büyük pazarı (P7) Avustralya, Kanada, Japonya, Hollanda, İsviçre, İngiltere ve ABD’yi de analiz ediyor. Bu yedi ülke, toplam emeklilik varlıklarının yüzde 91’ini oluşturuyor. Türkiye de şu anda BES fon büyüklüğü tutarı 1,5 Trilyon TL’yi aşmış durumda. 20 yılı aşan bu tamamlayıcı emeklilik sisteminin önemini yaşlılık konusunu konuşmaya başladığımızda bir kez daha anlıyoruz.
Hindistan örneğine de yakından bakabiliriz. Hindistan’da şu anda 60 yaş ve üzeri yaklaşık 140 milyon yaşlı birey bulunuyor. Bu da toplam nüfusun yaklaşık yüzde 10’una denk geliyor. Bu demografik grubun önemli ölçüde artması bekleniyor. BM Nüfus Tahminleri, 2050 yılına kadar Hindistan’ın dünya genelindeki yaşlı nüfusun yüzde 16’sını oluşturacağını öngörüyor. Ancak bu kitle, hâlâ ana akım pazarlama ve hizmet tasarımlarında büyük ölçüde göz ardı ediliyor. Oysa ki bu yaş grubunun harcama gücünün büyük bir artış göstermesi bekleniyor. 2030 yılına kadar Hindistan’ın, “Gümüş Ekonomi (Silver Economy)” kapsamında en büyük 10 pazar arasına girmesi ve harcamalarının 100 milyar dolardan neredeyse 1 trilyon dolara yükselmesi öngörülüyor. Refah seviyesi yüksek yaşlı Hintliler; seyahat, eğlence ve teknolojik cihazlara para harcamaya istekli, bağımsız yaşamak isteyen ve çocuklarına bağımlı olmadan hayatlarının tadını çıkarmayı arzulayan bireyler olarak öne çıkıyor.
Bu bulgular, markaları bu demografik gruba yönelik yaklaşımlarını yeniden düşünmeye ve onların çeşitli ihtiyaçlarını fark etmeye çağırıyor. Yaşlı bir nüfusun çalışma hayatına etkileri de göz ardı edilemez. Yaşam süresinin uzamasıyla birlikte çalışma hayatı da giderek uzuyor. Bireylerin yalnızca daha uzun değil, daha sağlıklı, üretken ve sosyal olarak aktif bir yaşlılık dönemi geçirebilmeleri için erken yaşlardan itibaren desteklenmesi zorunlu hale geliyor. Aktif yaşlanma, yaşlı bireyleri iş hayatına katılım gibi kavramlar hayatımızda daha sık yer ediniyor. Öte yandan, yapay zekâ ve otomasyonun iş gücünde insan rolünü dönüştürmesi, bireylerin iş gücüne katılım biçimlerini yeniden şekillendiriyor. Bu gelişmeler, iş yerlerinin, çalışma biçimlerinin, işveren bakış açısının yeniden tasarlanmasını gerektiriyor.
Bu konu sosyal güvenlik ve emeklilik sistemlerinin sürdürülebilirliği için de büyük önem taşıyor. Tüm bu veriler ve eğilimler, yaşlanmanın artık yalnızca bireysel bir deneyim değil, aynı zamanda küresel ölçekte ekonomik, toplumsal ve kültürel sonuçları olan bir dönüşüm alanı olduğunu gösteriyor. Yaşlanma sürecini sağlıklı, üretken, bağımsız ve anlamlı kılmak; yalnızca bireylerin değil, kamu politikalarının, iş dünyasının, markaların ve toplumun tüm kesimlerinin ortak sorumluluğu. Uzayan yaşam süresi bize sadece daha fazla zaman değil, bu zamanı nasıl değerlendireceğimizi düşünme fırsatı da sunuyor. Yaşlanmayı bir kayıp değil, yeni bir potansiyel evresi olarak görmeye başlamak; hem bireysel tutumlarımızı hem de sistemleri dönüştürebilecek bir başlangıç olabilir. Artık mesele sadece daha uzun yaşamak değil, daha iyi yaş almak.