Küresel ticaret son on yılda önemli bir dönüşüm geçirdi. Özellikle, bölgesel ticaret anlaşmalarının (BTA) sayısı hızla artarken, bu anlaşmaların dünya mal ticareti üzerindeki gerçek etkisi merak konusu. Dünya Ticaret Örgütü platformlarında uzun yıllar birlikte çalıştığım Rohini Acharya’nın Thakur Parajuli ile birlikte hazırladığı kapsamlı ve analitik bir çalışma , 2010–2022 döneminde tercihli ticaretin nasıl bir seyir izlediğini ve BTA’ların küresel ticarette ne ölçüde belirleyici hale geldiğini mercek altına alıyor. Yazarların cevaplamaya çalıştığı temel soru: BTA’lardaki patlamayla birlikte, bahse konu tercihli ticaret anlaşmaları yoluyla gerçekleştirilen ticaretin toplam dünya ticareti içindeki payı gerçekten arttı mı?
Yazarların atıf yaptığı veriler, BTA’lara taraf ülkeler arasındaki ithalat hacminin 2010’da yüzde 37 iken 2022’de yüzde 52’ye çıktığını gösteriyor. Ancak bulgulara göre bu artış, anlaşmaların kapsamında gerçekleştirilen tercihli ticarete aynı ölçüde yansımamış: BTA’lar kapsamında gerçekleştirilen tercihli rejim kapsamında yapılan ithalat oranı aynı dönemde yüzde 17’den ancak yüzde 23’e kadar çıkabilmiş. Dahası, dünya mal ithalatının yaklaşık yüzde 80’lik kısmı hâlâ tercihli BTA rejimleri kapsamı dışında, çok taraflı En Çok Kayrılan Ulus Rejimi (MFN) kapsamında gerçekleştirilmekte. Yazarların küresel 157 farklı gümrük bölgesinden aldıkları ayrıntılı verilerle gerçekleştirdikleri analiz, BTA’ların mantar gibi hızlı yükselişine rağmen küresel ticarette tercihli rejimlerin alanının fiiliyatta sınırlı kaldığını ve MFN ilkelerinin önemini hala koruduğunu gösteriyor.
Literatüre kısa bir bakış: Tercihli ticaret gerçekten artıyor mu?
Acharya ve Parajuli, BTA sayısındaki artışın, küresel ticaretin istikametini çok taraflı sistemden bölgesel düzenlemelere kaydırdığına dair güçlü bir algının oluştuğunu vurguluyorlar. Aslında satıh üstünde bu mantıklı bir beklenti: Daha fazla BTA’nın, tabi ki daha fazla tercihli ticaret doğurması beklenir. Ancak yazarlar, bu varsayımın her zaman geçerli olmadığının özellikle altını çiziyorlar. BTA’lar belirli ürünlerde gümrük tarifelerini düşürse de, dünya ithalatı hâlâ büyük oranda MFN tarifeleri (en çok kayrılan ülke rejimi) üzerinden gerçekleşiyor. Çünkü, BTA’ların sunduğu tercihli tarifelerden faydalanabilmek karmaşık menşe kurallarıyla yüzleşmeyi gerektiriyor. Bu kurallar, firmaları üretim süreçlerinde değişikliğe zorlayabiliyor. Bahse konu değişimin maliyeti ise, tarife indirimiyle elde edilecek kazançtan daha yüksek olabiliyor. Özetle, teorik olarak avantajlı görünen bir tarife indirimi, pratikte maliyetli ve tercih edilmeyen bir seçenek haline gelebiliyor. Ayrıca BTA’ların büyük kısmı tüm ürünleri kapsamıyor. Anlaşmaların önemli bir kısmı bazı sektörleri veya ürünleri anlaşma dışında bırakıyor. Bu nedenle BTA kapsamındaki tarife indirimlerinin, doğrudan daha fazla tercihli ticaret yarattığını varsaymak yanıltıcı olabiliyor.
Yazarlar bu noktada önemli bir ayrım yapıyor: BTA’ların teknik olarak sunduğu imkânlar ile bu imkânların sahada, fiili dış ticarette, ne ölçüde etkin olarak kullanılabildiği tamamen farklı şeyler. Her tarife indirimi, tercihli ithalat anlamına gelmiyor. Aradaki boşluğu belirleyen şey, uygulama maliyetleri ve idari zorluklar. Literatürde bu konuyu ölçmek için farklı yöntemler kullanılmış. Bazı çalışmalar matematiksel modellerle ticaret hacmini tahmin ederken, bazıları doğrudan ticaret verileri üzerinden analiz yapmış. Son yıllarda yapılan daha kapsamlı analizler ise BTA’ların yanında tek taraflı tercih sistemleri, ticaret önlemleri ve siyasi nitelikli tarifeleri de işin içine katmaya başlamış durumda.
Bu analizler, özellikle MFN tarifelerin hâlâ baskın olduğunu ve tercihli rejimlerin potansiyeline rağmen sınırlı kaldığını ortaya koyuyor.
Acharya ve Parajuli, bu literatürü temel alarak kendi çalışmalarında şu kritik sorunun peşine düşüyorlar: BTA’ların sayısındaki artış, gerçekten daha fazla tercihli ticaret anlamına mı geliyor? 2011 tarihli Dünya Ticaret Raporu’na göre 2008 yılında dünya ithalatının sadece yüzde 16’sı BTA’lar kapsamında tercihli tarifelerle gerçekleşmişken, aradan geçen yıllarda BTA’lar çoğalsa da, tercihli ticaretin toplam içindeki payının sınırlı kaldığı görülüyor. Yazarlar açıkça BTA sayısındaki artışın, ticaretin doğasını değiştirmek için yeterli olmadığına vurgu yapıyorlar. Mesele, bu anlaşmaların ne ölçüde etkin kullanıldığına ve dış ticaret firmalarının sisteme ne kadar entegre olabildiklerine bağlı.
BTA’ların genişlemesi ve ticaretteki yansımaları
Acharya ve Parajuli, 2010-2022 arası dönemde BTA’ların hem sayıca hem de kapsadığı ülke ve ticaret ortakları bakımından istikrarlı şekilde arttığını vurguluyor. Bu süreçte yalnızca BTA sayısı değil, aynı zamanda bu anlaşmalar kapsamında oluşturulan ikili ithalat ilişkileri de neredeyse iki katına çıkmış durumda. 2010 yılında bir ülkenin ortalama 5 BTA’sı ve 16 ticaret ortağı vardı. Bu rakam 2022 itibarıyla 8 BTA’ya ve 32 ortağa yükselmiş. Bu büyümenin arkasında özellikle Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Alanı (AfCFTA) gibi çok taraflı anlaşmalar ile CPTPP ve RCEP gibi mega-bölgesel girişimlerin etkili olduğu, İngiltere’nin Brexit sonrası yeni ticaret ilişkilerinin de bu artışta bir miktar rol oynadığı görülüyor. Gelişmiş ülkelerin daha fazla sayıda ama çoğunlukla ikili BTA’lara sahip oldukları, öte yandan gelişmekte olan ülkeler ile en az gelişmiş ülkelerin daha az sayıda ama daha geniş katılımlı anlaşmalarla daha fazla partneri kapsayan anlaşmalar imzaladıkları görünüyor. Örneğin Afrika’daki ortalama BTA partneri sayısı, AfCFTA’nın etkisiyle 2010’da 21’den 2022’de 57’ye kadar sıçramış durumda.
Küresel ithalatta BTA ortaklarının payı artıyor
Küresel ithalat içinde BTA ticari ortaklarının payı, 2010’da yüzde 37 iken, 2022’de yüzde 52’ye yükselmiş. Bu artış sadece sanayi ürünlerinde değil, tarım ürünlerinde de gözleniyor ve tarımda daha hızlı bir yükseliş olduğu dikkat çekiyor. Tarım ürünlerinde BTA’lar aracılığıyla yapılan ithalat, özellikle gelişmiş ülkelerde çok daha yüksek bir oran teşkil ettiği görülüyor. Gelişmiş ülkelerde BTA ortaklarından yapılan ithalatın toplam içindeki payı yüzde 49’a çıkarken, bu oran gelişmekte olan ülkelerde yüzde 54, en az gelişmişlerde ise yüzde 42’ye ulaşmış durumda. Bölgesel olarak bakıldığında, Okyanusya, Doğu Asya ve Orta Asya en güçlü artışı gösteren bölgeler olmuş. Ancak Afrika’da partner sayısı artsa da, bu BTA kapsamındaki ticaretin ithalat içindeki payına aynı oranda yansımamış.
Ülke bazında farklılaşan trendler: Artış var ama dengeli değil
Ülke bazında bakıldığında, Avustralya ve Japonya gibi ülkeler 2010-2022 arasında ithalatlarında BTA ortaklarının payını dramatik biçimde artırmış. Örneğin Japonya’da bu oran yüzde 17’den yüzde 75’e çıkmış. Ancak ABD, Çin ve Hindistan gibi büyük ekonomilerde bu artış daha ılımlı kalmış. Brezilya ve Meksika gibi ülkelerde ise BTA ortaklarından ithalatın payı düşüş göstermiş. Yazarlar şu hususu net bir şekilde ortaya koymuşlar: BTA sayısındaki çok güçlü artış fiili ithalat verilerine birebir yansımamış durumda. 12 yılda BTA’ların sayısı yüzde 70 artarken, BTA ortaklarından yapılan ithalat yalnızca 17 puanlık bir artış göstermiş. Ancak genel eğilim, küresel ticaretin daha büyük bir kısmının bu anlaşmalar altında şekillendiğine işaret ediyor. 2022 itibarıyla, dünya ithalatının yarısından fazlası BTA ortaklarından geliyor. Eğer AB içi ticareti de hesaba katarsak — ki bu küresel ithalatın yüzde 15’ine denk geliyor — yakın gelecekte küresel ithalatın üçte ikisinin BTA’lar kapsamında gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel görünüyor.
BTA’lar kapsamında tercihli ticarete gerçekte ne kadar yer var?
Yazarlar, BTA giderek yaygınlaşırken, bu anlaşmalar kapsamında gerçekleşen gerçek “tercihli” ticaret hacminin düşündüğümüz kadar büyük olmayabileceğinin altını çiziyorlar. Çünkü RTA tarafları arasındaki toplam ithalat, gerçekten BTA’dan yararlanan ticareti değil, aynı zamanda zaten gümrüksüz olan MFN ticaretini de kapsıyor. Yani, taraflar arasındaki ticaretin tamamı otomatik olarak tercihli rejimle yapılmıyor. Acharya ve Parajuli, 2010-2022 döneminde potansiyel tercihli ithalatın artış gösterdiğini ancak bu artışın BTA sayısındaki patlamaya kıyasla oldukça sınırlı kaldığını vurguluyorlar. Dünya ticaretinin büyük bir kısmı hâlâ MFN rejimi altında ve gümrüksüz şekilde gerçekleşiyor. 2022 itibarıyla dünya genelindeki ithalatın yaklaşık yüzde 55’i MFN tarifelerinden muaftı. 2010’dan 2022’ye kadar dünya genelinde BTA sayısı hızla artmış olsa da, bu artış dünya ticaretinde tercihli ithalatın payını ciddi şekilde artırmamış. 2022 itibarıyla dünya ithalatının sadece yüzde 23,3’ü BTA kapsamında tercihli koşullarda yapılabilecek durumdaydı. Yani ithalatın yüzde 77’si hâlâ çok taraflı sistem (MFN rejimi) üzerinden gerçekleşiyor. Bu durum, BTA sayısındaki artışa rağmen dünya ticaretinin büyük ölçüde hâlâ geleneksel, çok taraflı kurallara dayandığını gösteriyor. Aradaki farkların bazıları, analiz yöntemi farklarından ya da kapsanan anlaşmalardan kaynaklanıyor. Ancak bu, BTA’ların önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü BTA’lar sadece mal ticaretini değil; hizmetler, yatırım, çevre, dijital ticaret, rekabet gibi birçok alanı da kapsıyor. Bu alanlardaki etkiler ise ithalat verileriyle tam olarak ölçülemiyor ama uzun vadede ticaretin yapısını ciddi şekilde etkiliyor.
Sıfır MFN tarifeler, tercihli rejimi gölgeliyor: Bölgelere ve gelişmişlik düzeyine göre farklılıklar
Yazarlar, 2010–2015 döneminde imzalanan 66 yeni BTA’nın, potansiyel tercihli ithalatta sadece 3,4 puanlık artışa neden olduğunu belirtiyorlar. 2015–2022 arasında ise 95 yeni anlaşma imzalanmasına rağmen, artış yine yalnızca 3 puan. Bu düşük etki büyük ölçüde şu iki nedene bağlanıyor: MFN tarifelerinde genel bir serbestleşme yaşanması (özellikle sanayi ürünlerinde) ve mega bölgesel anlaşmalarda (CPTPP, RCEP gibi) taraf ülkelerin zaten aralarında ikili BTA’lara sahip olmaları.
Tarım ürünlerinde ise potansiyel tercihli ithalat oranı daha yüksek çünkü bu ürünlerde MFN tarifeleri hâlâ yüksek oranlarda ve bu durum, BTA’ların sağladığı avantajları daha anlamlı kılıyor. Potansiyel tercihli ithalatın artışı çoğunlukla gelişmiş ekonomiler kaynaklı. Bu ülkeler MFN sıfır tarife rejiminden daha fazla faydalandığı için, tercihli rejime geçiş alanları daha sınırlı. Öte yandan, en az gelişmiş ülkeler (LDCs) daha az MFN sıfır tarifeye sahip olduklarından, potansiyel tercihli ithalat alanları daha geniş. Bölgesel bazda bakıldığında, Orta Asya, Batı Asya, Avrupa ve Orta Amerika gibi bölgelerde tercihli ithalat potansiyeli artarken, Doğu Asya’da bu oran sınırlı kalmış. Özellikle Doğu Asya’da MFN sıfır tarife oranı ciddi şekilde arttığı için BTA’ların sağladığı ilave avantaj daralmış görünüyor.
Ülke bazlı derinlik: Hong Kong’dan Hindistan’a
• Hong Kong ithalatının neredeyse tamamını MFN sıfır tarifeyle gerçekleştiriyor; BTA avantajına neredeyse hiç ihtiyaç duymuyor.
• Vietnam gibi ülkelerde potansiyel tercihli ithalat oranı yüzde 34,8 gibi görece yüksek seviyede.
• Çin’de MFN sıfır tarife oranı 2010’daki yüzde 45,4’ten 2022’de yüzde 57,1’e çıkarken, potansiyel tercihli ithalat sadece 1,8 puan artabilmiş.
• AB ve ABD’de potansiyel tercihli ithalat artışı daha belirgin: AB’de yüzde 10,2’den yüzde 18,6’ya, ABD’de ise yüzde 18,4’ten yüzde 23,5’e yükselmiş.
Buna karşılık Brezilya gibi ülkelerde bu oran düşmüş (yüzde 15,2’den yüzde 9,8’e), bu da bazı ülkelerde BTA’ların etkisinin zayıfladığını gösteriyor.
BTA’ların gerçek etkisi ne kadar derin?
Son 12 yılda dünya ticaretinde BTA sayısı ve kapsadığı ticaret hacmi belirgin biçimde arttı. 2022 itibarıyla dünya ithalatının yüzde 52’si BTA’lar kapsamındaydı (AB içi ticaret hariç). Ancak bu yüksek kapsama rağmen, gerçek anlamda tercihli rejime konu olan ithalatın payı oldukça sınırlı kaldı, sadece yüzde 23,3. Genişleyen MFN sıfır tarifeleri, özellikle gelişmiş ülkelerde, BTA’lar üzerinden sağlanabilecek ilave avantajları daraltıyor. Kanada, İsviçre, Japonya, Singapur ve benzeri ülkeler, ithalatlarının yarısından fazlasını zaten MFN sıfır tarifeyle gerçekleştiriyor. Bu nedenle, yeni bir BTA’nın sunduğu “tercihli tarife” avantajı, aslında çoğu zaman kâğıt üzerinde kalıyor. Sayılar artıyor, etki sabit kalıyor: Yine de BTA’lar Gereksiz mi? 2010–2022 arasında BTA sayısı artarken, potansiyel tercihli ithalatın toplam ticarete oranı yalnızca 6,4 puan artış gösterdi. Ticaretin yüzde 76,7’si hâlâ MFN esasına göre gerçekleşiyor. Bu da BTA’ların sayısal çoğalmasına rağmen küresel ticaret yapısında radikal bir kırılma olmadığını gösteriyor. Kesinlikle hayır. Bu çalışma sadece mal ticaretinde potansiyel tarife avantajlarını ölçüyor. Ancak BTA’lar bunun ötesinde, hizmetler ticareti, yatırımlar, çevre, çalışma standartları, rekabet politikaları ve dijital ticaret gibi alanlarda da önemli düzenlemeler içeriyor. Bu unsurlar, ticaretin sadece niceliğini değil, niteliğini de değiştiriyor. Sonuç Olarak:
• BTA’lar küresel ticarette önemli bir alanı kapsıyor ama bu alanın önemli bir kısmı zaten tarifesiz ticaretten oluşuyor.
• Tercihli rejimle gerçekleşen ithalatın payı küresel ölçekte sınırlı kalmaya devam ediyor.
• BTA’ların etkilerinin sadece tarife indirimiyle ölçülememesi arka planındaki stratejik saiklere de bakılması gerekiyor, diğer bir deyişle BTA’ların daha geniş bir ekonomik entegrasyon aracı olarak değerlendirilmeleri gerekiyor.