Sürdürülebilir bir gelecek, ancak teknolojiyi bilinçli ve bütüncül bir şekilde kullanan bireylerle mümkündür. Teknoloji odaklı bir eğitim, öğrencileri sabahları kodlama projeleriyle yaratıcılığa teşvik eder, öğlen çevre simülasyonlarıyla gerçek dünya sorunlarına çözüm aratır ve akşamları topluluk hizmetleriyle teknolojiyi insanlık için kullanmayı öğretir. Bu makale, teknolojinin eğitimdeki dönüştürücü rolünü, tarihsel örnekler, bilimsel bulgular ve pratik uygulamalar ışığında inceleyerek, onun bireylerin ve toplumların sürdürülebilir bir dünya yaratmasındaki kritik önemini ortaya koyacaktır.
Geçen sene konuştuğum bir konferanstaki konuşma konumdan çıktılar vereceğim bu yazımda. Sürdürülebilir Eğitim Konferansı’ndan (SES) söz ediyorum. Eğitim, bireyin ve toplumun geleceğini şekillendiren en temel güçlerden biri olarak, her zaman en vizyoner fikirlerin kesişim noktası olmuştur. İyi Bir Eğitim Platformu’nun ev sahipliğinde ve Ümit Kalko liderliğinde düzenlenen bu sempozyum, akademiden sanata, psikolojiden spora uzanan geniş bir yelpazede, ilham verici düşünürleri ve yaratıcıları bir araya getirerek, eğitimin dönüştürücü potansiyelini masaya yatıran bir gündü. Konferans bu sene de 11-13 Kasım tarihlerinde yapılacak.
Bu konferansta “eğitim, bireyleri yalnızca bilgiyle donatmakla yetinmemeli, aynı zamanda teknolojiyi; doğa, insan ve toplumla uyumlu bir şekilde kullanarak bütünsel bir anlayış geliştirmelidir” önerisiyle konuşmuştum. “Teknoloji, sadece ekranlar ve kodlardan ibaret değil; insanı evrene bağlayan, sürdürülebilir çözümler üreten ve geleceği şekillendiren bir köprüdür” diye de eklemiştim. Diğer türlü modern eğitim sistemleri, teknolojiyi çoğunlukla yüzeysel bir tüketim aracı olarak sunarak öğrencilerin yaratıcı ve bütüncül düşünme yeteneklerini köreltir. Bu açık. Bu nedenle de sanattan ve gelecek sanatından yola çıkarak bir konuşma yapmıştım. Şimdi bu görüşlerimi yazıya da döktüm.
Özellikle yapay zeka, malumunuz, günümüzde birçok endüstriyi dönüştürmeye başladı. Örneğin, sağlık sektöründe hastalıkların erken teşhisi ve kişiselleştirilmiş tedavi planları, finans dünyasında ise risk analizi ve ticaret algoritmalarının optimize edilmesi gibi birçok alanda kullanılıyor. Makine öğrenmesi, bilgisayarların deneyimlerle öğrenmesine olanak tanırken, bu da makinelerin daha az insan müdahalesiyle daha doğru ve verimli çalışmasını sağlıyor. Gelecekte, bu teknolojiler iş gücü piyasasını, eğitim sistemini ve günlük hayatı yeniden şekillendirecek, çünkü her şeyden önce veriye dayalı karar alma süreçlerinin en önemli unsuru haline gelecek. İnsan üretiminin yegane temeli olan sanat da bundan etkilenecek. Her şey belki de sonsuza dek değişiyor. Bu kez “gerçekten” değişiyor!
Zekanızı devretmeye hazır mısınız?
Haydi şimdi yedi “ felsefi temelde” gelecek teknolojilerinin sanatla “dansını” yorumlayalım.
1.Dijitalleşmeyi nasıl anlamalıyız?
Dijitalleşmeyi, küresel erişim dışında tanımlamak artık pek mümkün değil. Dijitalleşmenin yaygınlaşmasıyla kreatif endüstriler, fiziksel sınırlardan bağımsız hale gelerek daha geniş bir küresel pazara ulaşabiliyor. Online platformlar üzerinden grafik tasarım, video prodüksiyonu, yazılım geliştirme veya dijital içerik üretimi gibi hizmetler, dünyanın herhangi bir yerinden sipariş edilebiliyor. Bu durum, özellikle pandemiden sonra hizmet ihracatında kreatif endüstrilerin ağırlığını daha da artırmış bir yapıda önemini sürdürüyor. Konvansiyonel kültür kavramından dönüşen yaratıcılığın ekonomiye entegrasyonu yine değişim süreçlerinin içerisinde önemli bir paya sahip. Kreatif endüstriler bir ülkenin kültürel mirasını ve yaratıcılığını uluslararası pazara hem taşıyor hem de seviyesini belli ediyor. Türk dizileri dünya çapında ilgi görerek hem ekonomik katkı sağlıyor hem de Türkiye’nin kültürel zenginliğini tanıtıyor. Bu tür yaratıcı hizmetler, kültürel diplomasi ve ekonomik büyümenin kesişim noktasında yer aldığında belki de diğer çabaların ötesinde bir getirisiyle de üzerinde daha çok düşünülmesi gereken bir noktaya getiriyor.
İnovasyonların teknoloji entegrasyonu olmadan düşünülmesi sizi yeri geldiğinde oldukça lokal bırakabiliyor. Yeni nesil hizmet ihracatında kreatif endüstrilerin diğer bir önemli katkısı da teknolojinin yaratıcı süreçlerle birleştirilmesindeki etkileri. Sanal gerçeklik (VR), artırılmış gerçeklik (AR) ve yapay zeka (AI) gibi teknolojiler, kreatif hizmetleri daha ilgi çekici ve erişilebilir hale getirerek bu sektörün gücünü artırıyor. Bir sanatçı, yapay zeka kullanarak oluşturduğu eserleri global dijital sanat platformlarında satabilir ve yeni pazarlar yaratabilir hale gelebiliyor hem de çok az masrafla ve çok kısa sürelerde.
Başka bir açıdan baktığımızda istihdam yaratma ve gençlerin girişimcilik süreçlerinde dinamik iş gücü için geniş fırsatlar sunuyor. Freelance çalışan tasarımcılar, içerik üreticileri ve teknoloji uzmanları, bu sektörün büyümesinde önemli bir rol oynuyor. Ayrıca, start-up ekosisteminde yaratıcı girişimlerin artması, bu alandaki hizmetlerin uluslararası pazarda daha güçlü bir konuma gelmesini sağlıyor.
Karbon ayak izi, yeşil ekonomi ve sürdürülebilirlik yine son dönemin en popüler konularından. Sürdürülebilir tasarım uygulamaları veya çevre dostu moda koleksiyonları, hem ekonomik hem de etik açıdan yeni nesil ihracatta güçlü bir konum yaratıyor.
2. Teknolojik sanatı anlamak
Dijital sanat, uygun teknolojik dönüşümler ve çevre dostu politikalarla desteklendiğinde, sürdürülebilir bir uygulama olabilir. Ancak mevcut blokzinciri modelleri ve enerji tüketim düzeyleri dikkate alındığında, şu anda bu teknolojilerin çevresel etkileri de yadsınamaz bir noktada. Sanatçılar, platformlar ve teknoloji geliştiricileri bu soruna çözüm bulma konusunda ortak bir sorumluluk taşımaya devam edecekler gibi görünüyor.
Elbette her yeni sanat döneminde olduğu gibi dijital sanat da eleştirilere maruz kalmaktadır. Bu eleştiriler genellikle kopyalama kolaylığı ve el işçiliğinin yokoluşu etrafında şekilleniyor. Dijital eserlerin fiziksel sanat eserleri kadar “tek ve eşsiz” olmadığı yönündeki algı NFT (non-fungible token) teknolojisi gibi yeniliklerle büyük ölçüde aşılsa da, bazıları, dijital araçların sanatı “kolaylaştırdığı” ve yaratıcılığı azalttığını öne sürmekten kendini alıkoyamıyor. Ancak bu argümanın, dijital araçların kullanımının da ayrı bir beceri ve uzmanlık gerektirdiği gerçeğini göz ardı etmekten öteye geçemiyor. Sanatın geçmişi kadar geleceğine de baktığımızda, her dönemde kendini yenileyen bir yapıya sahip olduğu aşikar. Dijital sanat, çağımızın teknolojik ruhunu yansıtan modern bir ifade biçimi olarak sanatın geleceği açısından kritik bir öneme sahiptir. Leonardo da Vinci’nin fırçasıyla yaptığı yenilikler, bugün bir dijital sanatçının grafik tabletle yaptıklarıyla eşdeğer görülebilir, tabi hangi döneme daha yakın ve ilginizin hangisinde yoğunlaştığı ile doğru orantılı... Dijital sanat, geleneksel sanatın yerine geçmek değil, onu tamamlamak ve zenginleştirmek için vardır. Gerçek sanat, bir teknoloji ya da araçla değil, sanatçının yaratıcılığı ve duygusal derinliğiyle tanımlanır. Bu bağlamda dijital sanat, sanatın en teknolojik ve modern ifadelerinden biridir.
3. Blokchain teknolojilerinin sanatta geleceği
Bazı sanatçılar bu dijital ortamın çevresel maliyetleriyle boğuşmaya başladı. Herhangi bir seyahat içermeyen ve çoğunlukla dijital bir dağıtım olan bu yeni model, sanatçılar için sürdürülebilir bir uygulama olma potansiyeline sahip gibi görünüyor ta ki mevcut blokzincirinin çevresel etkilerinin büyüklüğü anlaşılana kadar… Bitcoin ve Ethereum gibi kripto para birimleri tarafından kullanılan blok zinciri teknolojisi çok fazla enerji gerektiriyor ve büyük miktarda sera gazı üretiyor. Birçok sanatçı, dijital sanatın çevre dostu olacağı düşüncesiyle bu alana yönelmişti. Ancak, NFT’lerin yaygınlaşmasıyla birlikte, eserlerini bu teknoloji üzerinden satmanın çevreye zarar verdiğini fark ettiklerinde bir ahlaki ikilemle karşılaştılar. Bu durum, sanatçılar arasında şu soruları gündeme getirdi: “Sanatımı üretmek ve satmak için çevresel maliyeti nasıl minimize edebilirim?”, “Sürdürülebilir blokzinciri alternatifleri var mı?”
Elbette, dijital sanat ve sürdürülebilir gelecek için farklı alternatifler çözüm olarak masada yer alıyor. Blokzincirinin çevresel etkilerini azaltmak için bazı çözüm önerileri ve gelişmeleri gündeme getiriliyor ki onlardan en hızlı aksiyon alınabilecek yapı Proof-of-Stake (PoS) Teknolojisi, yani elektrik harcamak yerine parayı harcamak, başka bir deyişle daha demokratik bir ortamdan bir nevi “parayı veren düdüğü” çalar metodolojisine geçiş. Bu doğrultuda süreçlerini güncelleyen blokzincirlerden Ethereum, “proofof- stake” mekanizmasına geçerek enerji tüketimini yüzde 99 oranında azalttı. Bu, NFT’lerin daha çevre dostu hale gelmesini sağlayabilmiş ancak tartışmaların kökten yok olmasına imkan sağlayamamıştır.
Karbon nötr blokzincirleri de yok değil; Tezos ve Flow gibi bazı blokzincirleri, enerji verimli olmalarıyla öne çıkıyor. Bu tür alternatif platformlar, çevresel etkileri minimize etmek isteyen sanatçılar için güçlü seçenekler sunuyor. Bazı dijital sanatçılar ve platformlar, eserlerinin çevresel etkilerini dengelemek için karbon denkleştirme projelerine yatırım yapıyor. Eserlerinin bir kısmını fiziksel formatlarda sunarak tamamen dijital modele bağlı kalmadan çevresel etkiyi azaltabilir hale geliyorlar. Sanat, toplumda yalnızca güzellik ve yaratıcılığı değil, aynı zamanda farkındalığı artırma gücünü de taşıyan bir fonksiyona sahip. Dijital sanatçılar, iklim değişikliği ve çevre kirliliği gibi sorunlara dikkat çekmek için eserlerinde bu temaları işleyerek bir fark yaratabilirken, dijital sanat platformlarının sürdürülebilirlik hedeflerine yönelmesi, gezegenin geleceği için tehdit olmaktan çıkıp çözümün bir parçası haline gelmelerine olanak sağlayabilir.
4. Yaratıcı endüstrileri gelecekte okumak
Müziğin dijitalleşmesi ve duygusal ifade konularında gerçekleştirilen dijital çalışmalar, müzikte de çıtayı başka bir boyuta taşırken, sanatçılar, geleneksel enstrümanların ötesine geçerek, teknolojiyi yaratıcı bir şekilde kullanır hale geldi. Yapay Zeka ile algoritmik besteler yapılmaya başladı. Yapay zeka, müzik besteleme sürecini etkileyerek sanatçıların deneysel çalışmalar yapmasına olanak tanımasının haricinde bu eserler, insan duygularını daha önce görülmemiş derinliklerde yansımayı başarır oldu. Ses Tasarımı ve 3D Ses Deneyimi sayesinde dijital ses kullanan sanatçılar, izleyicileri, sesin fiziksel bir varlık gibi hissedildiği sürükleyici deneyimlere davet etmeye başladı. Bir konser sırasında kullanılan artırılmış gerçeklik (AR), müziğin görselleştirilmesini önceki dönemlere göre daha efektif kullanmasıyla ön plana çıkıyor. Hikaye anlatımı ilk çağlardan günümüze kadar gelmiş en güzel çocukluk anılarımızı süsler. Dijital oyunlar sayesinde artık yalnızca eğlence değil, aynı zamanda güçlü bir anlatım aracı olarak da kullanıldığını siz de gözlemliyorsunuzdur.
İnteraktif hikaye anlatımı belki de teknolojinin bu alana kattığı en hoş artılardan bir tanesi. Oyunlar, oyuncunun seçimlerine göre şekillenen hikayeler sunarak kişisel bir deneyim yaratıyor. Bu, geleneksel anlatım biçimlerinden çok daha etkileşimli bir duygu aktarımı sağlıyor. Oyun tasarımlarında oyunlar, görsel sanatlar, müzik ve hikaye anlatımını bir araya getirerek bir sanat formuna dönüşüyor. Toplumsal mesajlar sayesinde oyunlar, sosyal ve politik mesajlar iletmeyi amaçlayan interaktif platformlar olarak kullanılmaya devam ediyor. İklim değişikliği veya insan hakları gibi konuları ele alan oyunlar, farkındalık yaratmada güçlü bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Duygularımızı ve deneyimlerimizi yeniden tanımlayan yenilikçi yaklaşımlar eskiden olmadığı kadar günlük hayatımıza girmiş durumdalar. Dijital sanat, teknolojiyi bir araç olarak kullanarak duygusal ifade biçimlerini Artırılmış Gerçeklik (AR) ve Sanal Gerçeklik (VR) ile özümsememizi sağlıyor. Sanatçılar, izleyicileri tamamen sanal dünyalara taşıyarak yeni bir duyusal deneyim sunabiliyor. Bir VR başlığıyla, bir sanat eserinin içine fiziksel olarak girebilir ve onu farklı bir boyutta deneyimleyebiliyorsunuz bu imkanlar sayesinde.
5. Yapay zeka sanat deneyimi
Yapay zeka, izleyicilerin duygusal tepkilerini analiz ederek onlara özel bir sanat deneyimi sunabiliyor. Yapay zeka tabanlı bir dijital resim, izleyicinin ruh haline göre renklerini değiştirebilir. Bio-Sanat kavramı ile sanatçılar, biyometrik verileri (kalp atışı, beyin dalgaları vb.) kullanarak, izleyicilerin fiziksel tepkilerine göre değişen interaktif eserler yaratabiliyor. Bu, sanatın tamamen kişisel bir deneyim haline gelmesini sağlıyor. Orijinallik ve yaratıcılık tartışmaları hiç bitmeyecek gibi görünüyor. AI ile üretilen sanatın sahipliği, bir AI tarafından yaratılan eserin yaratıcısı kimdir? Sanatçı mı, AI mı yoksa her ikisi mi? Bu, hem etik hem de yasal tartışmaları beraberinde getiriyor. AI ile yaratılan eserlerde, yaratıcılığın sınırlarının bulanıklaştığı ve “insan dokunuşu”nun eksik olduğu eleştirileri sıkça gündeme geliyor.
Mahremiyet ve veri güvenliği de üzerinde durulması gereken başka bir konu. AI, eser üretmek için izleyicilerin verilerini kullanabiliyor. İşte tam da bu noktada, mahremiyet ihlalleri ve veri güvenliği endişelerini gündeme getirmeye başlıyor. Çevresel etki ile XR ve AI teknolojileri, enerji yoğun süreçler gerektirirken, özellikle büyük çaplı sergilerde çevresel sürdürülebilirlik sorunlarını eleştirilere dahil ediyor. Bazı eleştirmenler, teknolojinin sanatın ruhunu mekanik bir yapıya dönüştürdüğünü savunur haldeler. Teknoloji, sanatın bir aracı haline geldiğinde, sanatçının yaratıcı sürecine olan etkisi hep tartışma konusu olmuştur ve gördüğünüz üzere olmaya da devam edecek. Bu eleştiriler ve tartışmalar içerisinde XR, AR, VR ve AI, sanatın sınırlarını yeniden tanımlayan, ifade biçimlerini genişleten ve deneyim düzeyini artıran güçlü araçlardır. Ancak bu teknolojiler, erişilebilirlik, etik ve çevresel sürdürülebilirlik gibi zorluklarla birlikte gelir. Gelecekte, bu zorlukların sanat ve teknolojinin dengeli bir şekilde bütünleşmesiyle aşılabileceği bir noktaya ulaşılması umut ediliyor.
6. Gelecek sanatının duygulanımı
Etkileşimli sanat ögelerinden faydalandığında; izleyicinin duygu durumuna göre değişen dinamik sanat eserleri oluşturulabilir, bir metaverse sergisinde, izleyicinin duyguları eseri yeniden şekillendirebilir veya modifiye edebilir. Duygu analizi sayesinde sanatın bambaşka bir boyutta tanımlanmasını sağlayabiliriz. Duygular sanal ortamın derinleştirilmesine izin vererek fiziksel dünyanın dışında yepyeni bir deneyimle duygu analizi sürecini, insan-makine etkileşimlerini daha derin bir seviyeye taşıyabilir: Empatik sanal asistanlar olabilir mi sizce? Kullanıcıların duygusal durumlarını algılayan sanal asistanlar, onlara daha kişisel ve duyarlı hizmetler sunabilir mi?
Sosyal iletişimde avatarlar, kullanıcıların gerçek zamanlı duygusal durumlarını ifade ederek sadece bir ya da bir sesten daha öte sosyal bağları daha gerçekçi hale getirebilir. Duygusal eğitimin psikolojide çığır açabileceğini hiç hayal etiniz mi? Sanat, bireylerin kendi duygularını ve başkalarının duygularını daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir.
Terapi ve rehabilitasyon seanslarında sanat, metaverse içinde duygusal dengeyi yeniden kazanmak için kullanılabilir. Sanal bir ortamda rahatlatıcı sanat eserleri, stresle başa çıkmada etkili olabilir. Duygu analizinin teknolojik ve etik zorlukları da yok değil elbette. Veri güvenliği ve mahremiyet bunların en başında geliyor. Özellikle biyometrik verilerimizin toplanması, bu verilerin güvenliği ve gizliliğiyle ilgili önemli soruları gündem maddelerinin başına koyuyor. Zira duygusal durum verilerinin kötüye kullanımı, kullanıcı mahremiyetini tehdit edebilir ve şirketlerin bu verileri toplarken etik standartlara uyup uymadığı sürekli sorgulanmalıdır.
Duyguların karmaşıklığı da cabası, her şey öyle kolay olmuyor :) Duygular, biyometrik ölçütlerle sınırlı kalamayacak kadar karmaşıktır. İnsanlar aynı biyometrik tepkiyi farklı duygularla ilişkilendirebilir. Örneğin, hızlı bir kalp atışı hem heyecan hem de korku anlamına gelebilir. Duygusal analiz algoritmalarının kültürel ve bireysel farklılıkları anlaması gerekir. Belki de aklınıza bugüne kadar gelmeyecek tehdit unsurlarından birisi de; sanatın insani boyutunun kaybolması... Teknolojinin sanata bu kadar entegre olması, sanatın insani dokusunun zarar görmesi riskini taşır. Sanatın salt bir veri analizi aracına dönüşmesi, duygusal deneyimin derinliğini azaltabilir.
Her ne kadar eleştiri ya da tartışma olursa olsun her dönüşümde olduğu gibi sanat ve teknoloji arasında yeni bir köprü çoktan kuruldu bile. Metaverse ve duyguların analizi, insan deneyiminde yeni bir boyut açma potansiyeline sahip. Sanat, bu teknolojileri kullanarak duyguları anlamlandırmak ve ifade etmek için güçlü bir araç olabilir. Ancak bu süreç, yalnızca teknolojik ilerlemeyi değil, aynı zamanda etik ve insani değerlerin korunmasını da gerektirecektir.
7. Gelecekte işbirlikçi sanat
Sanatın yaratım sürecindeki değişimin en göze batan yanı iş birlikçi sanat... Yapay zeka, sanatçılar için bir asistan rolü üstleniyor. Sanatçılar, algoritmaları kullanarak kendi yaratıcılıklarını daha önce mümkün olmayan boyutlara taşıyabiliyor. AI ile ortak çalışılarak yapılan resimler, müzikler veya şiirler, sanatçının sınırlarını genişletebilir hale geliyor bir anda... Alışılagelmişin dışında yeni sanat biçimleri gün yüzüne çıkmaya devam ediyor. Yapay zeka destekli sanat, daha önce hayal bile edilemeyen biçimlerde yaratıcı eserler üretebilirken, Dinamik Sanat ile sanat eserleri, izleyicinin duygusal durumuna göre değişen, “canlı” eserler haline gelebiliyor. Generatif sanat, belki de son dönem hepimizin en çok ilgi gösterdiği hatta ilgilenenlerin sanatçı olmasına gerek kalmadan kendi eserlerini oluşturmaya başladığı sanatın en yaratıcı hali... Yapay zeka, kendi başına sanat eserleri oluşturabilir, tabi biz istediğimizde diye bir kısıtlama yapalım, yoksa kendi başına durduk yere üretmiyor o kadar sanallığı meseledir. Mesela beyin verilerine dayalı sanat olabilir mi? Beyin aktiviteleri ve düşünce süreçlerinden doğrudan ilham alınarak sanat eserleri yaratılabilir. Bir kişinin beyin dalgaları bir görsel veya müzik eseri olarak ifade edilebilir. Bu, sanatın tamamen bireyselleştirilmiş bir formunu sunar.