Çocuklarımızın geleceği, sadece onların bireysel çabalarına bırakılmayacak kadar kırılgan. Eğitim sistemleri, toplumsal koşullar ve teknolojik dönüşümler, onların kaderini doğrudan etkiliyor. Birkaç yıl önce içinden geçtiğimiz ama bugün sanki hiç yaşanmamış gibi hissettiğimiz pandemi, sadece sağlık sistemlerini değil, eğitim sistemlerini de dönüştürdü. Gençlerin öğrenim yolculuğunda bir kırılma yarattı. 2023 yılında üniversitenin ikinci veya üçüncü sınıfında olan bir genç, eğitim hayatının büyük kısmını uzaktan geçirdi. Kampüs hayatı yaşayamadı ve hepimizin hayatlarında büyük önemi olan sosyal öğrenmeyi deneyimleyemedi. O öğrenciler şimdi mezun olup iş hayatına adım atıyor ya da iş hayatının ilk yılında. Ama bu deneyimlerinin üretkenliklerine nasıl bir etkisi olacağını henüz bilmiyoruz.
Ipsos, insanların eğitime dair algılarını inceleyen 30 ülkeyi kapsayan yeni bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Ülkeler ortalamasına göre her on kişiden yaklaşık üçü (yüzde 34) ülkelerindeki eğitim sisteminin kalitesini iyi bulurken, üçü (yüzde 35) ise yetersiz olduğunu düşünüyor; yani görüşler neredeyse eşit şekilde dağılmış durumda. 30 ülke içerisinde ise memnuniyetsizliğin daha çok Avrupa olduğunu görüyoruz. Dünyanın geri kalanına göre eğitim kalitesi konusunda daha iyi durumda olduklarını düşünebiliriz ama daha da iyisini talep ediyorlar. Kendi içlerinde çıtayı yükseltmişler.
Macaristan (yüzde 59), Fransa (yüzde 55) ve Romanya’da (yüzde 54) çoğunluk, ülkelerindeki eğitimi yetersiz buluyor. Almanya, İspanya, İtalya ve Belçika’da da genel görüş olumsuz. Türkiye’de de bu konuda karamsar bir tablo hâkim. Her on kişiden altısı eğitim kalitesinin yetersiz olduğunu düşünüyor.
Her ülkenin eğitim sistemi kendi zorluklarıyla karşı karşıya
Eğitimdeki zorluklar söz konusu olduğunda ülkelerde farklı tablolar ortaya çıkıyor. Ülkeler ortalamasında, güncelliğini yitirmiş müfredat yüzde 29 ile en büyük sorun olarak belirtiliyor. Ardından yetersiz öğretmen eğitimi ve kamu finansmanının sınırlı olması geliyor. Eğitime erişim eşitsizliği, kalabalık sınıflar ve yetersiz altyapı gibi konular önemli problemler olarak görülüyor. Güvenlik eksikliği, politik veya ideolojik önyargılar ve okul terk oranlarının yüksekliği, sistemin karşılaştığı zorluklar da dile getiriliyor. Teknolojinin yeterince kullanılmaması ve üretken yapay zekânın entegrasyonundaki belirsizlikleri, modern eğitim ihtiyaçlarının karşılamamasını da verilen cevaplar arasında görüyoruz. Ayrıca, öğretmenler ve eğitim personelinin refahı da sistemin sürdürülebilirliği açısından kritik bir unsur olarak belirtiliyor.
Türkiye’de en başta belirtilen zorluk ise eğitimde fırsat eşitsizliği. Her iki kişiden biri bu düşüncede olduğunu belirtiyor (yüzde 46). Ardından güncelliğini yitirmiş müfredat (yüzde 39) ve aşırı kalabalık sınıflar (yüzde 35) geliyor.
Pandemi döneminde online eğitime erişimdeki eşitsizlik, öğrenciler arasındaki farkları daha da görünür hâle getirdi. Bazı öğrenciler gerekli teknolojiye veya internet bağlantısına ulaşamazken, diğerleri eğitimlerini evlerinden sorunsuz sürdürebildi.
Gençlerin karşılaştığı en büyük zorluk zihinsel sağlık sorunları
30 ülke genelinde ortalama her iki kişiden biri, ülkelerindeki çocukların zihinsel sağlığının olumsuz durumda olduğunu düşünüyor. Türkiye’de ise bu oran ülkeler ortalamasının üzerinde (yüzde 64). Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, 10–19 yaş arası her yedi gençten biri bir zihinsel rahatsızlıktan muzdarip. 2024 tarihli The Lancet Psychiatry Commission on Youth Mental Health raporu şöyle diyor: “2010’ların başından bu yana gençlerin zihinsel sağlığının bozulduğunu gösteren ciddi kanıtlar mevcut; kaygı, depresyon, psikolojik sıkıntı, kendine zarar verme ve intihar vakaları artış gösteriyor. Covid-19 pandemisinden bu yana, gençler orantısız şekilde daha ağır ruhsal sorunlar yaşıyor.” Birçok yetişkinde olduğu gibi, pandeminin çocukların zihinsel sağlığı üzerinde de olumsuz bir etki yarattığını görüyoruz.
Zihinsel sağlıktaki bu durumun nedenlerine bakıldığında, The Lancet şunları sıralıyor:
“İklim değişikliğinin büyüyen tehditleri, denetimsiz sosyal medya, toplumsal uyumda azalma ve sosyoekonomik kırılganlık—güvencesiz istihdam, uygun fiyatlı konuta erişimde azalma, hızla büyüyen kuşaklar arası eşitsizlik ve siyasi görüşlerde kutuplaşma şeklinde kendini göstererek—bir araya gelmiş ve gençler için umutsuz bir bugün ve gelecek yaratmıştır."
Ipsos tarafından bu yüzyılın başından beri gözlemlenen bu durum “geleceğin kaybı” olarak adlandırılıyor. Araştırma sonuçlarına göre bireyler tüm ülkelerde, gençlerin zihinsel sağlıklarının fiziksel sağlıklarından daha kötü olduğuna inanıyor. Ancak birçok ülkede, gençlerin destek hizmetlerine erişiminin yetişkinlere kıyasla daha zor olduğu da biliniyor. Gençler arasında bir zihinsel sağlık krizi olduğu konusunda hemfikirsek bundan sonra yapılması gereken, bu sorunu çözmek için kaynakların harekete geçirilmesi.
Gençler için en büyük zorluğun zihinsel sağlığın korunamaması olduğunu en fazla düşünen ülke İsveç. Her on kişiden altısı, ülkedeki gençlerin zihinsel sağlığını kötü olarak tanımlıyor. Türkiye’de ise zihinsel sağlık üzerinde algılar, ortalamanın üzerinde olumsuz. Ülkemizde her iki kişiden biri gençlerin karşı karşıya olduğu zorluğun ekonomik olduğunu belirtiyor (yüzde 47). Sonrasında ise yoksulluk ve sosyal eşitsizlik öne çıkıyor (yüzde 44).
Sosyal medya yasakları ve güvenlik çıkmazı
Bu yılın başlarında Netflix dizisi Adolescence, sosyal medyanın gençler üzerindeki etkileri hakkında dünya genelinde tartışmalar başlattı. Final bölümünde, baş kahramanın annesi, oğullarının evlerinde, odasında, bilgisayarının başında güvende olduğunu düşündüklerini söylüyordu. Oysa ki güvende değildi...Ipsos araştırmasında, okul çağında çocuğu olan ebeveynlerin, olmayanlara kıyasla sosyal medyaya yaş sınırlaması getirilmesini daha fazla desteklediğini ortaya koyuyor. Okul çağında çocuğu olan ebeveynlerin dörtte üçü (yüzde 74), 14 yaş altındaki çocuklar için sosyal medyanın yasaklanması gerektiğini düşünüyor. Okul çağında çocuğu olmayanlarda ise bu oran yüzde 69.
Her iki kişiden biri, akıllı telefonların okullarda yasaklanması gerektiğini düşünüyor. Her ne kadar 30 ülkenin tamamında çoğunluk 14 yaş altındaki çocuklar için sosyal medyanın yasaklanmasını desteklese de, akıllı telefonların okullarda yasaklanması konusunda ülkeler arasında aynı ölçüde bir fikir birliği yok. Avrupa ülkeleri, akıllı telefonların okullardan kaldırılmasını en fazla destekleyenler arasında, örneğin Fransa’da her 10 kişiden sekizi bu yasağı olumlu karşılıyor. Asya’da ise destek en düşük seviyede, Tayland’da destek verenlerin oranı yüzde 35. Türkiye’de ise bu yasağa destek verenlerin oranı ülkeler ortalamasının üzerinde (yüzde 76).
Çocuklar için sosyal medya yasaklanabilir mi?
Bu yıl Avustralya, sosyal medya platformları için asgari yaş sınırı getiren ilk ülke oldu. Yasaya göre, Aralık ayından itibaren 16 yaş altındakiler için bu siteler yasaklanacak. 2024’te 8–12 yaş arası Avustralyalı çocukların yüzde 80’i bir veya daha fazla sosyal medya hizmetini kullanıyordu. Yeni düzenlemeye göre sosyal medya şirketleri, hesapların 17 yaş ve üzerindeki kişilere ait olduğundan emin olmak için makul adımlar atmak zorunda olacak.
Bununla birlikte, bu kısıtlamaların uygulanabilirliği konusunda sorular da gündeme geliyor. Yüz tarama teknolojisi, uygulamanın denetlenmesi için potansiyel bir yöntem olarak görülüyor, ancak Avustralya yayın kuruluşu ABC’nin yaptığı bazı araştırmalar, teknolojinin insanların yaşını yüzde 85 oranında yalnızca 18 aylık bir aralıkla tahmin edebildiğini ortaya koydu.
Bir yasağın uygulanmasının etkinliği konusunda soru işaretleri olsa da, birçok ülke Avustralya’nın bu süreçte nasıl ilerleyeceğini yakından izleyecek. Hükümetler, kamuoyunun – özellikle de ebeveynlerin – harekete geçilmesi gerektiğini düşündüğünü gördüğümüz için, adım atma konusunda kendilerini cesur hissetmeli.
Eğitimde yapay zekâya dair ayrışan tutumlar
Okullarda yapay zekânın rolü konusunda da bir fikir ayrılığı açıkça görülüyor. Asya’nın büyük bir bölümünde, yapay zekânın sınıfta kullanılmasını destekleyenler daha fazla; teknolojinin eğitime katkı sağlayacağına dair inanç da yüksek. İngilizce konuşulan ülkeler ve Batı Avrupa ise spektrumun diğer ucunda yer alıyor. Bu ülkelerde insanlar, yapay zekânın okullardan uzak tutulmasından yana ve teknolojinin ülkelerindeki eğitime yardımcı olacağına inanma olasılıkları daha düşük. Son iki yılda yapay zekâ hayatlarımızın daha büyük bir parçası haline geldikçe, insanlar bu teknolojinin nerede yeri olduğuna ve nerede olmaması gerektiğine dair daha güçlü hisler beslemeye başladı. Kanadalıların yüzde 55’i, yapay zekânın okullarda yasaklanması gerektiğini düşünüyor; bu oran 2023’te (Chat GPT-4’ün piyasaya sürüldüğü yıl) yüzde 41 idi. Sosyal medya konusunda da benzer bir durum söz konusu.
Bugün gençlerin karşı karşıya olduğu meseleler, yalnızca bireysel yaşamlarını değil, toplumların gelecekteki dinamizmini de doğrudan etkiliyor. Eğitimde fırsat eşitsizliği, zihin sağlığı sorunları ve teknolojinin getirdiği yeni sınamalar, göz ardı edilemeyecek kadar belirgin. Bu tabloyu, dönüşüm için güçlü bir çağrı olarak okumak gerekir. Eğitimde tartıştığımız meseleler aslında yalnızca bugüne dair değil; aynı zamanda kültürün geleceğe nasıl aktarılacağına dair bir sınav niteliğinde. İnsanlık kültürü, binlerce yıl boyunca birikerek oluşmuş bir mirastır. Biz kültürü tanımlarken “kadim” kelimesini kullanıyoruz; çünkü kadim, “eski” demek değil, “hala devam eden” demek anlamına geliyor. Dolayısıyla, yeni medeniyet olan yapay zekâyı sahiplenirken kültürümüze bağlı kalmamız gereken bir dönemdeyiz. Yapay zekâyı anlamaya çalışırken, kadim bilgiyi ve kültürümüzün sürekliliğini korumak, teknolojiyi öğrenmek kadar önemlidir. Eğitim, bu ikisini uyum içinde yürütebilmenin sanatı olacak.