1948’de Singapur’da doğan Kishore Mahbubani, felsefe eğitimi aldıktan sonra 1971’de Singapur Dışişleri Bakanlığı’na katıldı ve 33 yıl sürecek diplomatik kariyerine ilk adımını attı. Bu süreçte Kamboçya, Malezya, Washington DC ve New York gibi merkezlerde görev yaptı; özellikle iki kez Singapur’un Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi olması ve 2001- 2002 yıllarında BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı’na seçilmesiyle küresel düzeyde dikkat çekti. Mahbubani, diplomatik başarıları nedeniyle Singapur devleti tarafından “Kamu Hizmeti Altın Madalyası” ile ödüllendirildi. Ancak kariyeri yalnızca diplomasiyle sınırlı kalmadı. 2004’te akademiye geçerek, Singapur Ulusal Üniversitesi bünyesinde kurulan Lee Kuan Yew Kamu Politikası Okulu’nun kurucu dekanı oldu. 2019’a kadar bu okulda dekanlık ve profesörlük görevlerini sürdüren Mahbubani, Asya’nın yükselişi, küresel yönetişim ve jeopolitik konularında etkili bir düşünür olarak uluslararası alanda öne çıktı.
Asya yüzyılının akıl hocası ve bir entelektüel olarak Mahbubani
Mahbubani’nin düşünsel üretimi, doğrudan gözlemlediği diplomatik deneyimlerle felsefi perspektifin sentezinden oluşur. Bugüne kadar kaleme aldığı dokuz kitapla yalnızca Doğu-Batı eksenindeki düşünsel ayrışmayı değil, aynı zamanda küresel düzenin adil olmayan yapısını da sorgulamıştır. Öne çıkan eserleri şunlardır: Can Asians Think?, Beyond the Age of Innocence, The New Asian Hemisphere, The Great Convergence, Can Singapore Survive?, The ASEAN Miracle (Jeffery Sng ile birlikte), Has the West Lost It?, Has China Won? Özellikle 2020’de yayımlanan Has China Won?, Çin’in Amerikan küresel üstünlüğüne karşı yükselişini analiz ederken, 2018 tarihli Has the West Lost It?, Batı’nın stratejik körlüğünü ve küresel düzeydeki pay kaybını sert ama yapıcı bir üslupla ele alır. Mahbubani yalnızca eleştirmekle kalmaz; önerdiği çok taraflılık, stratejik tevazu ve iyi yönetişim ilkeleriyle çözüm yolları da sunar. Makaleleri Foreign Affairs, The Financial Times, The New York Times ve Foreign Policy gibi saygın yayın organlarında yayımlanan Mahbubani, Batı merkezli düşünce sistematiğini sorgulayan yazılarıyla küresel tartışmalara yön veren bir entelektüel olarak tanımlanır. Kendisine atfedilen “Asya yüzyılının akıl hocası” unvanı, onun bu konumunu pekiştirir.
Mahbubani, Foreign Policy ve Prospect dergileri tarafından “dünyanın en etkili 100 entelektüeli” arasında gösterilmiş, Financial Times tarafından da “kapitalizmin geleceği üzerine tartışmaları şekillendirecek 50 kişi” arasında sayılmıştır. 2019 yılında Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi’ne (American Academy of Arts and Sciences) seçilmesi, onun uluslararası akademik ve entelektüel etkisini teyit eden bir diğer gelişmedir. Bugün Singapur Ulusal Üniversitesi’ne bağlı Asya Araştırmaları Enstitüsü’nde “Distinguished Fellow” unvanıyla çalışmalarına devam eden Mahbubani, Doğu-Batı dengesinin yeniden yazıldığı bu çağda, Asya’nın entelektüel özgüveninin ve yönetişim kapasitesinin en güçlü savunucularından biri olarak öne çıkmaktadır.
Mahbubani’nin 2001 yılında yayımlanan Can Asians Think? adlı eseri, küresel entelektüel alandaki Batı merkezli hegemonya karşısında cesur bir meydan okuma olarak kabul edilir. Kitapta, Asya’nın zengin kültürel ve entelektüel mirasının Batı tarafından sistematik olarak küçümsendiği vurgulanır. Batı’nın siyasi, ekonomik ve sosyal modellerini evrensel standartlar olarak dayatması, Asyalıların özgün düşünce katkılarının göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Bu durum, küresel entelektüel sahnede “düşünsel tahakküm” yaratarak Asya’nın kendi özgün perspektiflerini geliştirmesini engellemektedir. Mahbubani ise Asya’nın yükselişinin, bu tekelleşmeye son verecek entelektüel bir uyanış anlamına geldiğini belirtir. Asya’nın sadece ekonomik güç olarak değil, aynı zamanda düşünsel ve kültürel anlamda da küresel sahnede yerini alması gerektiğini savunur.
Asya’nın yürüyüşü başladı: pandemi, yönetişim ve yeni küresel etik
1. Pandemi aynayı tuttu: Batı çökerken Asya yükseldi
Mahbubani Covid-19 pandemisi tecrübesini, Batı’nın kurumsal dağınıklığı, devlet ve kurumsal kapasite yetersizliğini, öte taraftan Doğu Asya’nın yönetişim başarısını dramatik biçimde gözler önüne serdiğini vurgular. Salgında Çin, Güney Kore ve Singapur gibi ülkelerde ölüm oranları düşük kalırken, Batı ülkeleri – özellikle ABD, İngiltere, İtalya ve Fransa – krizi yönetememiştir. Mahbubani bu tecrübe ekseninde tarihin yönünün değiştiğinin, Batı egemenliğinin sonuna gelindiğinin altını çizerken, “21. yüzyıl, Asya’nın tekrar dünya sahnesinin merkezine dönüşüne tanıklık edecek” (s. 73) der. Yazara göre Doğu Asya’nın başarısı ve Batının bu sınavdaki başarısızlığını sadece sağlık politikalarıyla değil, devlet, kurumsal kapasitesi ve toplumsal kültürel özgüvenle de açıklar. Salgın sürecine dair genetik verileri Çin 12 Ocak 2020’de yayımlayarak şeffaflık göstermiş, bilim temelli politikalarla salgını kontrol altına almış (s. 74) buna karşılık, Batı’da ideolojik saplantılar bilimin önüne geçmiştir.
2. Batı’nın kamusal çöküşü ve Asya’nın yeni kamu ahlakı
Mahbubani, 1981’de Reagan’ın “devlet sorunun ta kendisidir” sözüyle başlayan kamu kurumlarının meşruiyet erozyonu tespitini, 2020’de Trump döneminde birçok hayati kamu kurum bütçesinin kesilmesiyle zirveye ulaştığını söyler. Batı’da devlet küçülürken, Doğu Asya’da kamusal kapasite büyümüştür. “Bugün, yönetişim kalitesi bakımından Asya dünya standartlarını belirlemektedir” (s. 74). Çin’in meritokratik kamu yönetimi –en zeki öğrencilerin partiye alınması dahil– Konfüçyüs kültüründen beslenmekte, Kore, Japonya ve Singapur gibi kapitalist Asya toplumlarında da ortak yönetsel özellik, yetkin kamu görevlileri ve güçlü kurumların varlığıyla ete kemiğe bürünmektedir. Doğu Asya’daki bahse konu yönetişim başarısı, Batı’ya duyulan tarihsel hayranlığı tersine çevirmeye başlamıştır.
3. Asya kuralları yeniden yazıyor:
Çin sadece salgın yönetiminde değil, uluslararası kurumlarda da hızla yükselmektedir. Bugün Birleşmiş Milletlerin (BM) dört önemli uluslararası örgütünün başında Çinli bürokratlar bulunuyor. Mahbubani’ye göre bu, yalnızca bir başlangıç: “Batı’nın hâlâ kontrol ettiği IMF ve Dünya Bankası, Asyalı kadrolara alan açmazlarsa meşruiyetlerini kaybedecekler.” (s. 75). Görünen odur ki halihazırda “Çin, kurallara dayalı çok taraflı düzenin en büyük yararlanıcısı olarak sistemi koruyacak; ama Amerikan etkisini azaltmaya çalışacak.” (s. 75) Çin, Batı’nın boşalttığı alanlara tıbbi yardımlar ve kurumsal katkılarla girmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) zayıflamasını fırsat olarak gören Mahbubani, Çin’in önderliğinde bu kurum için yeniden zorunlu bütçelendirme çağrısı yapılmasını önermektedir. (s. 75). Dahası, Çin’in kendi modelini ihraç etme arzusu yoktur, Pekin sadece çok kutuplu bir dünyada var olmayı tercih etmektedir. Asya Yüzyılı başlamıştır ama bu, bir hegemonya devri değil; çok merkezli, meritokratik ve işlevsel yönetişimli bir küresel düzenin doğuşunu sembolize etmektedir. Mahbubani’ye göre, Batı’nın kendine çeki düzen vermesi hâlâ mümkün; ama bu, Doğu’yu şeytanlaştırarak değil, ya ondan öğrenerek ya da tarihin dışına itilmeyi göze alarak gerçekleşecektir
Batı kaybetti mi? 21. Yüzyılın tarihini okuyamayan medeniyet
1. Tarihsel anomalinin sonu: Batı’nın yükselişi bir istisnaydı. Asya’nın uyanışı ve Batı’nın sonbaharı
Mahbubani’nin en güçlü tezlerinden biri, Batı’nın küresel üstünlüğünün geçici bir sapma olduğu ve dünya tarihinin esasen Asya merkezli olduğudur. Tarihsel verilere göre, 1. yüzyıldan 1820’ye kadar dünya ekonomik üretiminin yaklaşık yüzde 60’ı Çin ve Hindistan’da gerçekleşti. Batı, Sanayi Devrimi sonrası yaklaşık 200 yıl süren bir hakimiyet dönemi yaşadı; ancak bu dönem artık sona eriyor. 2024’te katıldığı Thinkers Forum’da Mahbubani, bu dönüşümün yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda zihinsel, kültürel ve kurumsal alanlarda da gerçekleştiğini vurgulamıştır. Batı’nın evrensel olarak benimsediği bilim, liyakat-meritokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler, Asya’da kendi tarihsel bağlamları içinde yeniden yorumlanıyor ve etkin şekilde uygulanıyor. Mahbubani ayrıca, ABD’nin kendisini evrensel ahlak bekçisi olarak konumlandırmasının gerçekçi işbirliğini engellediğini ve Batı dışı ülkelerde algı krizine yol açtığını ifade eder. Batının uyguladığı çifte standartlar, uluslararası arenada güvensizlik ve gerginlik yaratmaktadır. Mahbubani, Batı’nın tarihsel yükselişini bir istisna olarak tanımlar. MÖ 1’den 1820’ye kadar Çin ve Hindistan dünyanın en büyük ekonomileriydi. Avrupa ve Amerika’nın 200 yıllık üstünlüğü, doğal döngüye aykırı bir sapma olarak artık sona ermektedir: “Batı’nın küresel ekonomik payı küçülüyor. Bu kaçınılmaz ve durdurulamaz bir süreçtir” (s. 15–18).
2. Batı kibri, körlüğü ve medya karamsarlığı
Batı, Soğuk Savaş zaferiyle sarhoş olmuş, Çin’in yükselişini okumakta başarısız kalmıştır. 1989 Tiananmen olayları ve 2001’de Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne katılması gibi dönüm noktaları, Batı’da ya küçümsenmiş ya da yanlış yorumlanmıştır (s. 55, 70–75). “Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’ tezi, Batı’yı otomatik pilota almış, rekabete hazırlık yerine gevşeme getirmiştir” (s. 110). Batı elitleri halkla bağını yitirmiş, Batı medyası ise sistemli olarak yalnızca başarısız yönetimleri öne çıkartmaktadır. Oysa dünya genelinde orta sınıf büyümekte yaşam standartları artmaktadır (s. 90–100). Bu karamsarlık, bilgi devriminin sunduğu tarihi fırsatların da gözden kaçmasına neden olmaktadır.
3. Mahbubani’den Batı için yeni bir strateji: 3M - Minimalist, Multilateral (Çok tarafl ı ) , Machiavellian (Makyavelist)
Mahbubani, Batı’nın artık kaba, hoyrat, müdahaleci, tek taraflı ve kendini üstün gören politikalardan uzaklaşması gerektiğini savunuyor. Yazar 3M olarak ifade ettiği yeni bir strateji öneriyor: daha az müdahale eden (Minimalist), çok taraflılığa açık (Multilateralist) ve uzun vadeli çıkarlarını daha akıllıca koruyan (Machiavelist) bir Batı (s. 140–145). “Batı artık dünyanın geri kalanını ‘kurtarmaya’ çalışmayı bırakmalı; çünkü kurtarılmaya değil eşit ilişkilere ihtiyaç var” (s. 143). Yazara göre ABD ve Avrupa’nın sorunları da aynı değildir: Amerika’nın rakibi Çin iken, Avrupa yaşlanan nüfus, liderlik eksikliği ve İslam dünyası kaynaklı ciddi gelişmelerle karşı karşıyadır (s. 150–155). Mahbubani’ye göre Batı, müdahaleci alışkanlıklarını sürdürürse, sadece küresel istikrarsızlığı artırmakla kalmayacak, aynı zamanda insanlık tarihindeki en büyük fırsatı da kaçırmış olacaktır.
Çin kazandı mı? Amerikan üstünlüğüne kritik bir bakış
Mahbubani, Soğuk Savaş sonrası Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” mitinin Batı’da hâkim olduğunu ancak Amerikalı politika yapıcıların bu yeni tarihi gerçekliği kavrayamadığını vurguluyor: “Amerikalılar Çin’i revizyonist bir süper güç olarak damgalarken, dünyadaki kritik dönüşümleri görmezden geldi” ABD, derin yapısal sorunlarla ve liderlik boşluğuyla karşı karşıya olup aşırı ideolojik çatışmalar, Amerikan kurumlarının yetersizliği ve eşitsizlikler ülkeyi içten zayıflatmaktadır: Ayrıca, doların küresel rezerv para olarak üstünlüğü erimektedir. ABD’nin uluslararası alandaki yaptırımları ve tek taraflı politikaları uluslararası güveni zedeleyerek alternatif sistemlere alan açmaktadır: ABD, küresel liderliğini yitirirken, Çin dünya sahnesinde kritik bir aktör olarak yükselmektedir. Ancak tam bir kopuş da mümkün değildir; karşılıklı bağımlılık devam etmektedir. İki süper güç arasında en akıllı yol pragmatizm, rasyonel hesaplama ve ileriye dönük stratejilerden geçmektedir.
Mahbubani’den Türkler için dersler: yeni bir rönesans mümkün mü?
Kishore Mahbubani’nin perspektifinden Türkiye’nin izlemesi gereken yol, Asya’nın çok aktörlü yükselişini doğru kavrayarak bu bölge de dahil sadece tek bölgeye odaklanmamaktır. Çok Kutuplu Dünya Sistemin geleceğine devlet, toplum ve birey denkleminde yeni bir Türk Rönesansı hazırlığına başlamaktır. Halihazırda Türkiye Batı ile olan ilişkilerinde stratejik özerkliğini derinleştirmeli, çok yönlülüğünü korumalı ve Çok Kutuplu Yenide Dünya Düzenine doğru, Batı’dan gelen iyice yüzeyselleşmiş kalıpların kopyalanıp yapıştırıldığı düşünsel pratikleri bir yana itip kendi entelektüel, stratejik paradigmasını geliştirmelidir. Mahbubani’nin ünlü “Asyalılar düşünebilir mi?” sorusu, “ Türkler ve Türkiye Kendi düşünsel bağımsızlığını ve stratejik inisiyatifini nasıl inşa edecektir?” sorusuna dönüşmelidir.
Mahbubani Asya’nın yükselişinin yalnızca ekonomik bir güç değişimi olmadığını; bunun aynı zamanda zihinsel, kültürel ve kurumsal bir dönüşüm olduğunu güçlü biçimde vurgulayan, Asya’nın büyük bir evladı ve entelektüelidir. Samuel Huntington’un ilk defa 90’lı yıllarda ortaya attığı Medeniyetler Çatışması (Clash of Civilizations) tezi kendini gerçekleştiren kehanete dönüşmüş, Batının merkezini oluşturan Atlantik Coğrafyası savaş ve çatışma alanına dönmüş, Batı ülkeleri başta İslam ülkeleri olmak üzere, ayakta kalan büyük güçler olan Rusya, Çin’e ve Türkiye’ye, doğrudan ve örtülü savaş açmış görünmektedirler. Yazar Batı’nın bu yeni, çok sesli ve çok aktörlü dünyayı anlaması ve mevcut zihinsel tavır ve tutumlarını gözden geçirmesinin, bahse konu medeniyetler çatışması riskini azaltacağını değerlendirmektedir Türkiye bu küresel dönüşüm sürecinde, Batının politika süreçlerinin bağımlısı olmaktan çıkıp bağımsız ve özgün stratejiler geliştirerek kendi yeri ve geleceğini sağlamlaştırmalıdır. Mahbubani’nin analizleri ve önerileri, bu yeni küresel uyanışta Türkiye için de yol gösterici bir rehber niteliğindedir.