25 Aralık 2026 Türkiye’nin yapay zekâ yolculuğunda sessiz ama kritik bir eşik olarak kayda geçti. Resmî Gazete’de yayımlanan kararla, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesindeki Millî Teknoloji Genel Müdürlüğü’nün adı Millî Teknoloji ve Yapay Zekâ Genel Müdürlüğü olarak değişti. Aynı gün, Cumhurbaşkanlığı Siber Güvenlik Başkanlığı çatısı altında Kamu Yapay Zekâ Genel Müdürlüğü kuruldu.
İlk bakışta bu gelişme, kamu organizasyon şemasında yapılan bir güncelleme gibi okunabilir. Oysa mesele çok daha derin: Türkiye, ilk kez yapay zekâyı bir Ar-Ge başlığı ya da teknoloji trendi olarak değil, doğrudan devlet kapasitesi ve yönetişim meselesi olarak ele aldığını ilan ediyor.
Bu fark önemli.
Bugüne kadar dünyada yapay zekâ tartışmaları çoğunlukla şu sorular etrafında döndü:
“Kim daha büyük model üretiyor?”,
“Kim daha hızlı hesaplıyor?”,
“Kim daha çok veri topluyor?”
Oysa asıl soru şuydu ve hâlâ da öyle: Kim daha iyi düşünüyor?
Altyapı kurmak yetmez, zihin mimarisini de kurmak gerekir
Yayımlanan kararlar; veri merkezlerinden bulut bilişime, etik ilkelerden veri yönetişimine kadar geniş bir alanı kapsıyor. Tek merkezden yönetişim, kurumlar arası koordinasyon, yetkilendirme ve standartlaşma vurguları net. Bu, dağınık yapay zekâ denemelerinden çıkmak için doğru bir başlangıç.
Ancak şunu açıkça söylemek gerekir: Yapay zekâ altyapısı kurmak, yapay zekâ ile düşünen bir devlet olmak anlamına gelmez.
Bugün dünyada pek çok ülke veri merkezlerine, GPU kümelerine ve regülasyon metinlerine sahip. Ama çok azı, yapay zekâyı karar alma kalitesini artıran bir zihin ortağı olarak konumlandırabiliyor.
Gerçek rekabet tam da burada başlıyor.
Yapay zekâ bir “model yarışı” değil, “karar yarışı”
Kamu tarafında yapay zekâdan gerçek değer üretmek, chatbot geliştirmekle ya da birkaç pilot projeyle olmaz. Asıl mesele şu olmalı:
• Kamu yöneticisi veriye nasıl bakıyor?
• Kurumlar geçmiş kararlarını hatırlıyor mu?
• Aynı hatalar kaç kez tekrar ediliyor?
• Senaryolar önceden simüle ediliyor mu?
• Kurumsal hafıza kişilere mi, sistemlere mi bağlı?
Yapay zekâ, bu sorulara cevap üretmiyorsa; ne kadar gelişmiş olursa olsun, pahalı bir teknoloji oyuncağından öteye geçemez.
Bu yüzden yapay zekâyı sadece “ne üretiyoruz?” sorusuyla değil, “nasıl düşünüyoruz?” sorusuyla birlikte ele almak zorundayız.
Türkiye için ikinci faz: Devletin dijital refleksi
Bugünkü kararlar, Türkiye’nin yapay zekâ konusunda artık “izleyici” değil, oyunun kurallarını yazmak isteyen bir noktaya geldiğini gösteriyor. Ama ikinci faz çok daha kritik olacak.
O fazda şu konular masaya gelmeli:
• Yapay zekâ ile karar simülasyonu
• Kurumların dijital hafızası
• Yöneticilerin dijital ikizleri
• Politika üretiminde senaryo temelli düşünme
• Verimlilik ve etki ölçümü
Çünkü yapay zekâ, en nihayetinde bir yazılım değil; bir refleks meselesidir.
Yapay zekâ çağında rekabet zihin biçimidir
25 Aralık 2025’te atılan adım, Türkiye’nin yapay zekâ yolculuğunda zemini sağlamlaştıran bir adımdır. Ama bu zemin, üzerine nasıl bir düşünme mimarisi kuracağımız sorusunu da beraberinde getiriyor.
Önümüzdeki dönemde başarıyı belirleyecek olan şey; kaç model eğittiğimiz değil, kaç doğru kararı daha hızlı ve daha tutarlı alabildiğimiz olacak.
Yapay zekâ çağında rekabet, kodla değil; devletin akıl mimarisiyle kazanılacak.